Ve Bir Bitki Doğuyor
Yeryüzündeki ekolojik dengenin ve canlılığın devamında son derece önemli bir role sahip olan bitkiler, bu önemle doğru orantılı olarak diğer canlılara kıyasla çok daha etkin üreme sistemlerine sahiptirler. Bu sayede hiç zorluk çekmeden çoğalmalarını gerçekleştirirler. Bitkilerin üremesi için kimi zaman bir bitkinin sapının kesilerek toprağa gömülmesi, kimi zaman da bir böceğin bir çiçeğe konması yeterli olmaktadır.Bitkilerin üremelerinin, işlem olarak son derece basit gibi görünmesine rağmen, içerik olarak oldukça kompleks olması bilimadamlarını hayrete düşürmektedir.
Ana Bitkiden Ayrılmayla Başlayan Yeni Bir Hayat
Bazı bitkiler cinsiyet ayrımı olmadan, tek bir cinsin belirli yollarla çoğalmasıyla soylarını devam ettirebilirler. Bu gerçekleştirilen çoğalmaya eşeysiz üreme adı verilir. Bu şekildeki bir üremeden sonra ortaya çıkan yeni nesil kendisini meydana getiren neslin tıpatıp aynısı olur. Bitkilerdeki en bilinen eşeysiz üreme şekilleri tomurcuklanma ve parçalara ayrılmadır.Bazı özel enzimlerin yardımıyla gerçekleşen bu üreme biçimi (tomurcuklanma veya parçalanma) pek çok bitkide görülebilir. Örneğin çimenler ve çilekler "sürgün" denilen yatay uzantılarını kullanarak çoğalırlar. Patates ise toprağın altında yetişen bir bitki olarak, bu kısımlarda açılan yeni özel yerlerden (gözelerden) tomurcuklar vererek çoğalır.2
Bazı tür bitkilerde ise yapraklarından bir bölümünün toprağa düşmesi, yeni bir bitkinin yetişmesi için yeterli olmaktadır. Örneğin Bryophyllum daigremontianum adlı bitkinin üremesi yapraklarının ucunda gelişen tomurcuklar sayesinde gerçekleşir. Bu tomurcuklar yere düşer düşmez, bağımsız birer yeni bitki haline gelerek, büyümeye başlarlar.3
Begonya gibi bazı bitkilerde de kopan yapraklar ıslak bir kuma yerleştirildiği zaman, bir süre sonra küçük yaprakçıkların oluştuğu görülecektir. İşte bu yaprakçıklar da yine çok kısa bir süre sonra ana bitkinin benzeri olan yeni bitkiyi oluşturmaya başlarlar.4
Bu örnekleri de göz önüne alarak; bir bitkinin parça atarak ya da tomurcuklanarak büyümesi için temelde ne gereklidir? Düşünelim! Bitkilerin genetik yapısına bakıldığında bu sorunun cevabı kolaylıkla verilecektir.
Çilekler ve patatesler diğer bitkilerde olduğu gibi tohum ya da polen kullanarak üremezler. Bu bitkiler ya toprağın üstünde ya da altında kök filizleri oluşturarak, eşeysiz ürerler. |
Bu sistemle üreyen bitkilerin her parçasında aynı genetik bilginin olması son derece önemlidir, hatta bu zorunludur. Çünkü bitkinin üremesi sadece bu sistemin işlemesine bağlıdır. Düşen parçada bitkideki genetik bilgilerin tamamı olmasa, aynı özelliklerde bir bitki gelişemez. Bunu bir örnekle açıklayalım. Genetik bilgilerde eksiklik olsa; örneğin bir çileğin rengi ya da içindeki şeker miktarı, kokusu ile ilgili genetik bilgi yeni düşen parçada olmasa çilek, çilek olamazdı. Peki öyleyse bitkinin her parçasına, bitkinin tamamını oluşturabilecek bilgiler eksiksiz olarak nasıl ve kim tarafından yerleştirmiştir?
Bir bitkideki tüm bilgilerin eksiksiz bir şekilde bütün hücrelerde aynı olması ihtimal hesaplarıyla, tesadüflerin yardımıyla elde edilemez. Bu işlemi gerçekleştiren, bitkinin kendisi ya da topraktaki mineraller ya da başka dış etmenler de olamaz. Çünkü bunların hepsi bitkiyi oluşturan sistemin bir parçasıdır. Nasıl ki bir fabrikadaki tüm robotlara aynı üretim bilgisini veren bir mühendis vardır ve bilgisayarların bu bilgileri tek başına elde etmeleri mümkün değildir, aynı şekilde bitkilerdeki sistemin her bir parçasının böyle bir bilgiyi kendi kendine elde etmesi de mümkün değildir.
Eşeysiz üreyen bitkilerin hücrelerinin her birinde, bitkinin
tamamına ait genetik bilgi bulunur. Bu sayede bitkiden düşen parçalar
ana bitkinin tıpatıp benzeri yeni bir bitkiyi oluşturabilirler. 1 Steptocarpus bitkisi 2. Begonya bitkisi 3 Parça atarak üreyen Bryophyllum daigremontianum bitkisi |
Eşeyli Üreyen Bitkiler
Bitkinin çiçeğinde bulunan erkek ve dişi üreme organları vasıtasıyla gerçekleşen üreme şekli, eşeyli üreme olarak adlandırılır. Her çiçeğin şekli, rengi, içerdiği üreme hücrelerinin kılıfları, taç yaprakları gibi özellikleri bitki türleri arasında değişiklikler gösterir. Yapılardaki bu çeşitliliğe rağmen bütün çiçeklerin görevleri temelde aynıdır. Bu görevler; üreme hücrelerini üretmek, dağıtıma hazır hale getirmek ve kendisine ulaşan diğer üreme hücresinin döllenmesini gerçekleştirmektir.Çiçeklerin açmaya başladıkları dönemde ortaya çıkan polenler, bitkilerin erkek üreme hücreleridirler. Görevleri, kendi türlerinin çiçeklerindeki dişi organlara ulaşabilmek ve ait oldukları bitkinin neslinin devamını sağlamaktır.
Peki, özellikle bahar aylarında havada bu kadar çok çeşitte polen dolaşırken, nasıl olup da döllenmede hiç karışıklık çıkmaz? Polenler uzun yolculuklara ve değişen şartlara nasıl dayanıklılık gösterirler?
Tüm bu soruların cevabı polenin yapısı ve dağılma yöntemleri incelendiğinde verilmiş olacaktır.
Dış görünüş olarak hepsi birbirinden farklı olan polenler, içlerinde bitkilerin değerli üreme hücrelerinin saklandığı, son derece sağlam, milimetrenin binde biri büyüklüğündeki kutulardır. |
Polenlerden Tohuma Doğru...
Mükemmel ambalajlanmış genler: Polenler
Havada çok fazla polen dolaşmasına rağmen bitkiler, sadece kendi türlerinden olan polenler kendilerine ulaştığında döllenme işlemini başlatırlar. Üstteki resimde polenlerini yayan bir bitki görülmektedir. |
Öncelikle polenin yapısına biraz göz atalım. Polen, gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikroorganizmadır (kayın ağacını poleni 2, kabağın poleni ise 200 mikron büyüklüğündedir) (1 mikron=1/1000mm). İçinde büyük gövdeli bir hücre (vejetatif hücre) ile iki sperm hücresi (generatif hücre) bulunur.
Polen bir tür kutuya benzetilebilir. Polenin içinde bitkinin üreme hücreleri vardır. Bu hücrelerin çoğu dış etkenlerden zarar görmeden canlılıklarını koruyabilmeleri için çok iyi bir şekilde saklanmaları gerekir. Bu yüzden kutunun yapısı son derece sağlamdır. Kutunun etrafı "sporoderm" diye adlandırılan bir kabuk tarafından sarılmıştır. Bu kabuğun dış kısmında bulunan ve "ekzin" olarak adlandırılan tabaka, organik alemin bilinen en dayanıklı maddesidir ve kimyasal yapısı henüz tam olarak aydınlatılamamıştır.6 Bu madde genel olarak asitlerin ve enzimlerin yol açtığı bozulmalara karşı çok dirençlidir. Ayrıca yüksek sıcaklık ve basınçtan da etkilenmez. Görüldüğü gibi, bitkilerin devamlılığı için varlıkları zorunlu olan polenlerin korunmaları için çok detaylı tedbirler alınmıştır; polenler adeta özel olarak ambalajlanmışlardır. Bu sayede polenler hangi metodla taşınırlarsa taşınsınlar, ana gövdelerinden kilometrelerce uzaklıkta dahi canlılıklarını sürdürebilirler. Polenlerin çok dayanıklı bir maddeyle kaplanmış olmalarının yanı sıra sayıca çok olmaları da o bitkinin çoğalmasını garanti altına almış olur.
Polendeki bu detaylı yapıda da görüldüğü gibi Allah yarattığı her şeyde bize benzersiz sanatını gösterir ve bunların üzerinde düşünmemizi ister. Buna Kuran'daki pek çok ayette dikkat çekilmiştir:
Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler,
çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile
sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına
üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için
gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 4)
Polenlerin, dölleyecekleri çiçeklere ulaşabilmeleri için genellikle iki
farklı yol vardır: Döllenme işleminin ilk aşaması olan taşınma işlemi,
polenlerin bir arının, bir kelebeğin ya da herhangi bir böceğin vücuduna
yapışıp kendilerini taşıttırmaları veya rüzgarın akışına uygun olarak
yol almaları şeklinde gerçekleşir.Rüzgara Yelken Açan Polenler
Bitkiler her üreme dönemlerinde havaya milyonlarca polen bırakırlar. Polenlerin sayıca bu kadar çok olmasının nedeni, herhangi bir etki ile oluşacak tehlikelere karşı bitkinin üremesinin garanti altına alınmasıdır. |
Rüzgarla döllenme işleminde, halen bilimadamlarının açıklama getirmekte zorlandıkları pek çok nokta ve cevap bekleyen pek çok soru vardır. Örneğin rüzgarla taşınan binlerce polen çeşidinden her biri, kendi türüne ait olan bitkinin çiçeğini nasıl tanımaktadır? Bitkiden fırlatılan polenler hiçbir yere takılmadan nasıl olup da bu bitkinin dişilik organlarına ulaşırlar? Döllenme ihtimali oldukça düşük olmasına rağmen nasıl olup da binlerce bitki, üstelik de milyonlarca yıldır bu yolla döllenmektedir?
İşte bu soruların cevabını verebilmek için yola çıkan Cornell Üniversitesi'nden Karl J. Niklas ve ekibi rüzgarla döllenen bitkileri incelemeye almışlardır. Buldukları sonuçlar son derece şaşırtıcı olmuştur. Niklas ve ekibi rüzgarla döllenen bitkilerin havadan bol miktarda polen yakalayabilmelerini sağlayan, aerodinamik çiçek yapılarının olduğunu keşfetmişlerdir.
Bitkilerdeki bu aerodinamik yapı nedir? Nasıl bir etkisi vardır? Bu soruların cevaplarını verebilmek için öncelikle "aerodinamik yapı" tanımının açıklanması gerekir. Havada hareket eden cisimlere hava akımlarından kaynaklanan bazı kuvvetler etki eder. Aerodinamik kuvvetler olarak adlandırılan bu kuvvetler sayesinde, hareket etmeyi başarabilen cisimler de "aerodinamik yapıya sahip cisimler" olarak adlandırılırlar. Rüzgarla polenleşme sistemini kullanan bazı bitkiler işte bu aerodinamik yapıyı çok etkili bir biçimde kullanırlar. Bu konudaki en güzel örnek çam kozalaklarının yapısında görülür.
İhtişamlı bir görüntüye sahip olan palmiye ağaçları da rüzgarları kullanarak döllenen bitkilerdendir. |
Aerodinamik Kozalaklar
Karl Niklas ve ekibinin rüzgarla polenleşmeyi incelemelerine sebep olan sorulardan belki de en önemlisi, "nasıl olup da havada bu kadar çok çeşitte polen dolaşırken, bir bitki çeşidinin polenleri başka bir bitki türü tarafından tutulmamakta ve sadece kendi türünden diğer bitkilere ulaştırılmaktadır" sorusu olmuştur. İşte bu soru, bilimadamlarını rüzgarla döllenen bitkileri, özellikle de kozalakları incelemeye yöneltmiştir.Oldukça uzun olan yaşam süreleri ve yüksek boylarıyla tanınan kozalaklı ağaçlarda, kozalaklar erkek ve dişi yapıları oluştururlar. Erkek ve dişi kozalaklar aynı ağaçta olduğu gibi farklı ağaçlarda da olabilirler. Kozalaklarda, polenleri taşıyan hava akımını kendilerine çekecek özel tasarlanmış kanallar vardır. Polenler, oluşan bu kanallar sayesinde üreme alanlarına kolaylıkla gelirler.
Dişi kozalaklar, erkek kozalaklara göre daha büyüktürler ve tek olarak büyürler. Dişi kozalakların merkez eksenleri etrafında çok fazla miktarda yaprak benzeri yapılar olan "sporofil"ler vardır. Bunlar, balık puluna benzeyen kabuk şeklinde yapılardır. Sporofillerin iç yüzeylerinde iki adet ovül (yumurtanın oluşturulduğu kısım) bulunur. Kozalaklar polenleşmeye hazır olduğunda bu kabuklar iki yana açılır. Böylece erkek kozalaktan gelen polenlerin içeri girmesine olanak sağlanmış olur.
Kozalaklı Bir Bitkinin Üreme Şeması Kozalaklı ağaçlar diğer bitki türleri arasında en ilginç üreme sistemine sahip olanlardan bir tanesidir. Yularıdaki resimde bir kozalağın döllenme aşamaları görülmektedir. |
Kozalaklardaki bu özel döllenme sisteminin nasıl işlediğinin bulunabilmesi için bir model kozalak hazırlanarak deney yapılmıştır. Helyum doldurularak yapılmış baloncuklar hava akımına bırakılarak hareketleri gözlenmiştir. Bu baloncukların hava akımını rahatlıkla izleyerek, kozalağın içindeki sıkışık koridorlardan hiç zorlanmadan geçme özelliğine sahip oldukları anlaşılmıştır.
Daha sonra bu maket deneyinde gözlemlenen baloncukların hareketleri özel bir fotoğraflama tekniğiyle görüntülenmiştir. Bir bilgisayar yardımıyla görüntüler analiz edilerek rüzgarın yönü ve hızı da tespit edilmiştir.
Dişi çam kozalağının etrafında yaratılan hava akımı tozlaşmada çok
önemli rol oynar. Önce rüzgar kozalağın merkezine saptırılır. a)Merkezde
eksen etrafında döndükten sonra pulların yüzeyini fırçalar b)Her pulun
üzerinde hava, yumurta açıklığına yakın yerden aniden düzensiz bir
şekilde dolanmaya başlar ve polenler bu bölgede birikir. (c) Rüzgar
yönüne paralel olarak kozalaklarda hava aşağıya ve pullara doğru
gönderilir. Üstteki küçük resimde ise dişi kozalağın etrafındaki iğne yapraklar görülmektedir. |
Kozalaklar kendi türlerine göre çeşitli yoğunluklara ve biçimlere sahip olurlar. |
Evrim teorisi tüm canlılarda olduğu gibi bitkilerde de aşamalı olarak, zaman içinde bir gelişim olduğunu iddia eder. Bitkilerdeki kusursuz yapıların sebebi evrimcilere göre tesadüflerdir. Bu iddianın geçersizliğini görmek için sadece kozalaklardaki üreme sisteminin sahip olduğu kusursuz yapıyı incelemek yeterli olacaktır.
Üreme sistemi olmadan bir canlının neslini devam ettirmesi mümkün değildir. Bu kaçınılmaz gerçek elbette ki çam ağacı ve kozalakları için de geçerlidir. Yani, kozalaklardaki üreme sisteminin çam ağaçlarının ilk ortaya çıkışı ile birlikte var olması zorunludur. Kozalaklardaki bu mükemmel yapının var oluşunda ise kendiliğinden kademeli oluşma gibi bir süreç imkansızdır. Çünkü rüzgarı kozalağa yönlendiren yapının, daha sonra bu rüzgarı kanala yönelten ayrı bir yapının ve en sonunda da yumurtanın olduğu bölüme ulaştıran kanalın her birinin eksiksizce aynı anda ortaya çıkmış olmaları gerekmektedir. Bu üç yapıdan birinin eksikliği durumunda, bu üreme sisteminin çalışması mümkün değildir. Kaldı ki kozalaktaki yumurta hücresinin ve onu dölleyecek olan sperm hücrelerinin kendiliklerinden tesadüfen oluşabilmelerinin imkansızlığı da evrim teorisi açısından apayrı bir çıkmazdır.
Tek bir parçasının dahi tesadüflerle var olması imkansız olan böyle bir sistemin tüm parçalarının aynı anda tesadüflerle ortaya çıkması, imkansız kavramının dahi ötesinde bir durumdur. Bu durum da evrim teorisinin tesadüfen oluşum iddialarını her yönüyle geçersiz kılmaktadır. Dolayısıyla, şu çok açık bir gerçektir ki, kozalaklar ilk ortaya çıktıkları andan itibaren, eksiksiz bir şekilde bu kusursuz sistemle birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.
Resimde görülen Amerikan melez çamının kozalaklarında da döllenmenin daha kolay gerçekleşmesi için yapraklar, polenlerin uçmasını engellemeyecek şekilde yerleştirilmiştir. |
Tüm polenlerde olduğu gibi çam polenlerinin de türlere göre farklı biçimleri, büyüklükleri ve yoğunlukları vardır. Bu sayede her polen hava akımından değişik yönde etkilenmiş olur. Örneğin, bir türün polenleri, başka bir türün kozalağının oluşturduğu hava akımlarını izleyemeyecek bir yoğunluğa sahiptir. Bu sebeple kozalağın oluşturduğu akımın dışına çıkarak toprağa düşerler. Bütün kozalak çeşitleri kendi türlerinin polenlerine en uygun hava akımını oluştururlar. Kozalakların bu özelliği sadece polenleri tutmaya yaramaz. Hava akımının meydana getirdiği bu filtre özelliğini bitkiler çok değişik işler için de kullanırlar. Örneğin bu yöntem sayesinde dişi kozalaklar, yumurta hücrelerine zarar verebilecek mantar polenlerinin yönünü de değiştirebilirler.
Bitkiler tarafından havaya rastgele atılan polenlerin kendi türdeşlerine ulaşabilmesi için alınan önlemler sadece bunlarla sınırlı değildir. Bitkinin polenlerinin ihtiyaçtan çok daha fazla miktarda üretilmesi de, polenleşme işlemini bir yere kadar güvence altına almış olur. Çeşitli sebeplerle oluşabilecek polen kayıpları bu sayede bitkiyi etkilemeyecektir. Örneğin çam ağaçlarındaki her bir erkek kozalak yılda 5 milyondan fazla polen üretirken, tek başına bir çam ağacı ise yılda 12.5 milyar civarında polen üretmektedir ki bu, diğer canlıların üreme hücreleriyle karşılaştırıldığında son derece olağanüstü bir sayıdır.8
Bununla birlikte rüzgarla taşınan polenlerin önünde daha pek çok engel vardır. Bunlardan biri de yapraklardır. Polenler havada uçuşmaya başladıkları sırada, yapraklara takılıp kalmalarını engellemek için bazı bitkilerde (fındık, gürgen, ceviz vs) çiçekler yapraklardan önce açarlar. Bu sebeple polenleşme yaprakların henüz gelişmedikleri bir zamanda gerçekleşmiş olur. Buğdaygillerde ve çamgillerde ise polenleşmenin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için çiçekler bitkinin uç kısımlarında bulunmaktadır. Böylelikle yapraklar polenin hareketine bir engel teşkil etmemiş olurlar.
Alınan bu önlemlerle polenler oldukça uzak mesafelere kadar gidebilirler. Bu uzaklık bitkinin türüne göre değişir. Örneğin üzerlerinde hava kesecikleri bulunan polenlerin katedebildikleri mesafe, diğer türlere göre çok daha fazla olabilir. 2 tane hava keseciği taşıyan çam polenlerinin yüksek hava akımları ile 300 km kadar uzağa taşınabildiği belirlenmiştir.9 Bununla birlikte asıl önemli olan nokta, havada uçan binlerce çeşit polenin bazen kilometrelerle ifade edilen bir uzaklığa, aynı rüzgarlarla taşınması ve bir karışıklık çıkmamasıdır.
Polenler hedefe kilitleniyor
Rüzgar yoluyla döllenen bitkilerin bu hayret uyandırıcı özelliklerini daha iyi anlayabilmek için, şöyle bir örnekle kıyas yapabiliriz:Roketlerin hedeflerine varabilmeleri için belirli bir rotayı izlemeleri gerekir. Bu yüzden de roketin her türlü tasarımı, hedefe ulaşmasını sağlayacak şekilde titiz hesaplamalarla yapılmalıdır. Roketin özellikleri, motor kapasitesi, uçuş hızı gibi roket ile ilgili ve yağış, rüzgar, yoğunluk gibi hava şartlarıyla ilgili konular detaylı olarak programlanmalıdır. Ayrıca hedef bölgenin yapısı ve ortam şartları da en ince ayrıntısına kadar bilinmelidir. Üstelik bu saptamaların hassas ölçümlerle yapılması gereklidir. Aksi takdirde roket, rotasının dışına çıkar ve hedefe ulaşamaz. Hedefe kilitlenen bir roketin görevini başarıyla tamamlayabilmesi için birçok mühendis çok detaylı düşünerek hareket etmelidir. Belli ki hedefe kilitlenmedeki başarı, ekibin yoğun çalışmalarının, ince hesaplamaların ve kullanılan üstün teknolojinin bir ürünü olacaktır.
Kozalaklardaki kusursuz üreme sistemlerinde de, roketlerin hedefe kilitlenmelerine benzer biçimde, her şey çok ince planlamış, son derece hassas ayarlamalar yapılmıştır. Hava akımının yönü, kozalakların yoğunluk farkları, yaprakların biçimi gibi pek çok detay, özel olarak tasarlanmış ve bitkilerin üreme planı bu bilgilere göre kurulmuştur.
Bitkilerdeki bu detaylı yapıların varlığı, akla yine bu mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusunu getirecektir. Bu soruya yine bir soruyla cevap verelim. Kozalaklardaki bu yapı tesadüflerin eseri olabilir mi?
Roketlerdeki sistem uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda, akıl ve bilgi sahibi, bu konuda uzmanlaşmış mühendislerin yoğun çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Bu konuda kimsenin bir şüphesi yoktur. Roketlerle hemen hemen aynı çalışma sistemine sahip olan kozalaklardaki kompleks yapılar da aynı şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Bir roketin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, rasgele bir rota tutturduğunu söylemek ne derece mantıksız bir iddia olacaksa, benzer şekilde hedefe kilitlenmiş olarak hareket eden polenlerin olağanüstü hareketlerinin ve kozalaklardaki detaylı yapının da tesadüflerle ortaya çıkmış olduğunu söylemek aynı derecede mantıksız bir iddia olacaktır.
Aynı şekilde polenlerin bu yolculukta ayrı yollarını bulabilecek yeteneğe ve bilgiye sahip olma ihtimalleri de elbetteki imkansızdır. Sonuç olarak polen bir hücreler topluluğudur. Daha da derinine inersek şuursuz atomlardan oluşan bir varlıktır. Polende böyle bir yeteneği ortaya çıkaracak bir şuur aramak mümkün değildir. Kuşkusuz bir kozalağın böylesine detaylı bilgilerle dolu bir sistemi kullanarak döllenebilmesi ancak sonsuz bilgi ve kudret sahibi olan Allah'ın mükemmel yaratması ile gerçekleşmektedir.
Çam ağaçlarının döllenmesindeki başka bir önemli nokta da, rüzgarların kontrol altında tutuluyor olmasıdır. Rüzgarların kendilerine verilen taşıma görevini kusursuz bir şekilde yerine getirmeleri de hiç kuşkusuz ki yine alemlerin Rabbi olan Allah'ın, gökten yere her işi evirip çevirmesi sayesindedir. Allah bu durumu bir ayetinde şu şekilde bildirir:
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik... (Hicr Suresi, 22)
Yeryüzündeki tüm bitki türleri istisnasız olarak bu işlemleri
gerçekleştirmektedirler. Her bir tür kendi yapması gerekenleri, ilk
ortaya çıktığı andan itibaren bilmektedir. Rüzgar akımının yardımı ile
gerçekleşen bu olay, başarıya ulaşması oldukça zor ihtimallere
dayanmasına rağmen milyonlarca yıldır hiçbir aksama olmadan devam
etmektedir. Görüldüğü gibi her şey çok yerli yerinde ve mükemmel bir
zamanlama ile gerçekleşmektedir. Çünkü bu mekanizmaların her biri, bir
bütün olarak ve aynı zaman dilimi içinde bir arada işlemek zorundadır.
Bir tanesinin eksikliği veya işlememesi durumunda bitkinin soyunun
tükenmesi kaçınılmazdır.Ne bir parçasında ne de bütününde kendilerinden kaynaklanan bir akıl, irade ya da bilinç bulunmayan bu sistemler, çok açıktır ki hepsini her an kontrolü altında tutan, her şeyi en ince ayrıntısıyla planlayan, sonsuz bir güç ve bilgi sahibi olan Allah'ın emri ve yaratması ile bu inanılmaz olaylarda rol oynamaktadırlar. Canlı cansız her şeyin ve her olayın meydana gelmesi Allah'ın her an yaratması ile gerçekleşmektedir. Allah bu sırrı bir ayetinde insanlara şöyle bildirmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların
arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Konuyla
ilgili şöyle bir örnek daha verebiliriz: Her ayrıntının düşünülerek
hazırlandığı, hatasız çalışan bir teknolojik alet, bir fabrika veya bir
bina gördüğümüzde bunların planlayıcılarının olduğundan hiç kuşku
duymayız. Tüm bunların bilinçli kişiler tarafından yapıldığını ve her
aşamasında mutlaka bir denetim olduğunu da biliriz. Hiç kimse çıkıp da
bunların kendi kendilerine zamanla oluştukları gibi bir iddiada
bulunmaz. Planlayan kişinin aklını ve sanatını yaptığı işler oranında
takdir ederiz, saygı duyarız, ondan övgüyle bahsederiz.İşte yeryüzündeki tüm canlılar da çok hassas dengelere bağlı olarak, her detayı ince ince planlanmış sistemlerle birlikte yaratılmışlardır. Bunu istisnasız başımızı çevirdiğimiz her yerde görürüz. Bütün canlılar bize kendilerini yaratan Allah'ı tanıtırlar. Hiç kuşkusuz ki burada övülmeye layık olan, tüm canlıları sahip oldukları yeteneklerle yaratan Allah'tır. Yeryüzündeki her şey gibi tüm bitkiler de Allah'ın özel olarak yarattığı sistemler sayesinde varlıklarını sürdürmektedirler, yani O'nun kontrolündedirler:
Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. (Hac Suresi, 64)
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı
bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir
yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta
olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi,
59)
Polen Taşıyıcıları İş Başında
Bazı bitki türlerinin, polenlerini böcekler, kuşlar, arılar ve kelebekler gibi hayvanlara taşıtarak ürediklerinden bahsetmiştik.Resimlerde görülen değişik türlere ait böcekler bitkiler için birer polen taşıyıcısı gibi görev yaparlar. Allah böceklerle çiçekleri birbirleriyle tam bir uyum içinde yaratmıştır. Örneğin soldaki resimde görülen arının bacağında polen taşıması için yaratılmış olan, özel tüylerden oluşan bir sepet görülmektedir. |
Örneğin bitkilerdeki renk sinyalleri kuşlara ve diğer hayvanlara hangi meyvelerin olgunlaşıp yayılmaya hazır olduğunu haber verir. Çiçeklerin rengi ile bağlantılı olan nektar miktarları da, dölleyicinin çiçek üzerinde daha uzun kalmasını sağlayarak döllenme ihtimalini artırır. Özel çiçek kokuları da doğru dölleyicileri tam gerekli zamanda çeker. Bitkiler hayvanları etkilemede çok aktif bir rol oynarlar. Kullandıkları özel stratejilerle polenlerini taşıyacak hayvanları mükemmel bir şekilde yönlendirirler.10
Bunlardan başka bitkiler amaçlarına ulaşabilmek için kimi zaman da yanıltıcı yöntemler kullanırlar. Tozlaşmayı sağlayacak olan hayvan genellikle bitkinin kurmuş olduğu tuzağa düşer ve böylelikle bitki hedefine ulaşır.
Bitkilerin Kullandıkları Yöntemler: Renk, Şekil ve Koku İletişimi
Lantana çiçeği gibi bazı çiçekler, renklerini değiştirerek, böceklere nektar durumları hakkında bilgi verebilirler. |
Bitkiler de sahip oldukları bu renklerin rehberliğinden haberdardırlar. Hatta bu özelliği son derece şuurlu bir şekilde kullanarak hayvanları aldatırlar. Bazı bitkiler, böcekleri kendilerine çekebilecek nektarları olmadığı halde nektar taşıyan çiçeklerin renk özelliklerine sahiptirler. Akdeniz ikliminde bulunan ormanlık bölgelerde bir arada yaşayan Mor Çan çiçekleri ile bir orkide türü olan Kırmızı Sefalanda bitkisi bu konuya güzel bir örnek oluşturur. Mor Çan çiçekleri arılar için cezbedici bir nektar salgılarken, Kırmızı Sefalanda bu işlemi yapacak özelliklere sahip değildir. Her bakımdan birbirinden farklı olan bu iki bitkinin döllenmesini sağlayanlar ise yöresel adı "yaprak kesen" olan yaban arılarıdır. Yaprak kesen arılar, Çan çiçeğinin döllenmesini sağlarken Kırmızı Sefalandayı da dölleme ihtiyacı duyarlar. Nektarı olmadığı halde bir bitkiyi dölleyen arılar bilimadamlarının ilgisini çekmiş ve bunun nedenini araştırmışlardır.12
Bu sorunun yanıtı "spektrofotometre" olarak adlandırılan bir alet ile yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Buna göre çiçeklerin saçtığı ışınların dalga boylarını, yaprak kesen arıların seçemediği anlaşılmıştır. Yani insanlar Mor Çan çiçeği ile Kırmızı Sefalanda'nın saçtığı ışınların dalga boylarını ayırt edip, çiçekleri ayrı renklerde görebildikleri halde, yaban arıları bunu fark edemezler. Renk, polen yayıcılar için önemli bir faktör olduğundan nektar salgılayan Çan çiçeğine giden arı, onun yanında bulunan ve aynı renkte gördüğü ancak nektarı olmayan Kırmızı Sefalanda orkidesini de ziyaret ederek döllenmeyi sağlar. Görüldüğü gibi bu orkide, Çan çiçeği ile olan "gizli benzerliği" sayesinde neslini devam ettirebilmektedir.
Bazı bitki türleriyse çiçeklerinin rengini değiştirerek polen durumları hakkında böcekleri adeta haberdar ederler. Bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verebiliriz:
Doğa bilimci Fritz Müller bir mektubunda Brezilya ormanlarında yetişen Lantana adlı bir bitkiden bahsediyordu:
Üç gündür renk değiştiren bir Lantana çiçeği var burada. İlk gün sarıydı, ikinci gün turuncu ve üçüncü gün mor. Çeşitli kelebekler bu çiçeği ziyaret etti. Görebildiğim kadarıyla mor çiçeklere hiç dokunulmadı. Bazı böcekler hortumlarını hem sarı hem de turuncu çiçeklere soktular, diğerleri birinci gün sarıya. Ben bunun ilginç bir durum olduğunu düşünüyorum. Eğer çiçekteki nektar ilk günün sonunda azalırsa çiçek çok daha az fark edilir duruma gelir; eğer rengi değişmezse kelebekler hortumlarını daha önce döllenmiş olan çiçeklere sokarak vakit kaybedeceklerdi.13Müller'in de gözlemlediği gibi çiçeğin renginin değişmesi hem bitkinin hem de dölleyicinin yararınadır. Çiçeklerinin rengi değişen bitkiler, çiçekleri genç olduğunda dölleyicilere bol miktarda nektar ikram ederler. Çiçekler yaşlandıkça yalnızca renklerini değiştirmekle kalmaz, ayrıca daha az nektar barındırırlar. Böylece dölleyiciler nektarı olmayan veya az miktarda nektarı olan, bu yüzden de rengi değişen meyvesiz bitkilere gitmeyerek enerji tasarrufu sağlamış olurlar.
Bitki tarafından bir böceği veya kuşu cezbetmek amacı ile kullanılan yöntemlerden bir diğeri de çiçeklerin yaydıkları kokulardır. Bizim sadece hoşumuza giden çiçek kokuları, aslında böcekleri cezbetmek için salgılanır. Çiçeğin yaydığı koku da etraftaki böcekler için yol gösterici rehber özelliğine sahiptir. Kokuyu alan böcek, bu kokunun kaynağında kendisi için lezzetli bir nektarın birikmiş olduğunu fark eder. Karşılıklı gerçekleşen bu haberleşme ile böcek, duyduğu kokunun kaynağına doğru yol alır. Böcek çiçeğe ulaştığında nektarı almak için uğraşacak ve polenler üzerine yapışacaktır. Aynı böcek, uğradığı başka bir çiçeğe daha önce yapışan polenleri bırakacak ve bu sayede bitkinin döllenmesi gerçekleşmiş olacaktır. Böceğin, yaptığı bu önemli işten haberi bile yoktur. O yalnızca kokusunu aldığı nektara ulaşmak amacındadır.
Nilüferler suyun üstünde açan çiçeklerinde bulunan polenlerini taşıtmak için beyaz renge duyarlı olan kınkanatlıları kullanırlar. Nilüferlerin döllenmesinde ilginç olan yön bu beyaz rengin döllendikten hemen sonra pembeye dönüşmesidir. Çiçeğin renginin değişmesi kınkanatlılar için, çiçeğin başka bir böcek tarafından döllendiği ve poleninin bittiği anlamına gelmektedir. |
Bitkilerin Yanıltıcı Yöntemleri
Bazı bitkilerin yanıltıcı yöntemler kullandıklarından bahsetmiştik. Bu bitki türleri böcekleri cezbedecek nektara sahip değildirler. Bu tür bitkiler böceklere olan benzerliklerden faydalanarak döllenirler. Bir orkide türü (mirror orchid) arıları etkileyebilmek için dişi bir arının şekline ve rengine sahiptir. Hatta bu orkide türü erkek arıları daha kolay cezbedebilmek için uygun bir kimyasal uyarı yayıp, etkileyici bir feromon (özel bir salgı) bile üretebilmektedir.Kıbrıs Arı Orkidesi (Cyprus bee orchid) de döllenme işleminin gerçekleşmesi için arı taklidi yapan çiçeklerden başka bir tanesidir. Bu yöntemi kullanan orkidelerin sayısı oldukça fazladır ve izledikleri yöntemler de birbirlerinden farklıdır. Kimisi başı yukarı kalkık dişi bir arının taklidini yaparken, kimisinin de başı aşağı doğru eğiktir. Örneğin Sarı Arı Orkidesi ikinci yöntemi kullanır. Bunun nedeni döllenme şekillerindeki farklılıklardır.14
Yukarıdaki resimlerde solda Kıbrıs Arı Orkidesi, sağda ise bu orkideyi dişi arı zannettiği için döllemeye çalışan erkek arı görülmektedir. Erkek arı, orkideyi döllemek için bir süre uğraşır. Bu sırada arının başına, orkidenin üreme organındaki polenler yapışır. Arı daha sonra gideceği aynı şekle sahip orkidelere bu polenleri bulaştırır. Orkidelerle arılar arasında evrimle hiçbir şekilde açıklanamayacak, her detayı çok ayrıntılı bir şekilde planlanmış bir uyum vardır. Bu uyum bize yeryüzündeki tüm varlıklar gibi orkideleri ve arıları da Allah'ın yarattığını gösterir. |
Hayvanların dişilik özelliğini taklit eden bir başka bitki de Çekiç Orkidesidir. Güney Avustralya'da yetişen bu orkidenin üreme mekanizması hayret uyandıracak kadar ilginçtir. Kalp şeklinde tek bir yaprağa sahip olan Çekiç Orkideleri tıpatıp yaban arısı dişisine benzerlik gösterirler. Bu yaban arılarının sadece erkekleri uçarken, dişileri kanatsız olup zamanlarının büyük bir kısmını toprağın altında geçirirler. Dişi yaban arıları çiftleşme zamanı geldiği zaman, erkek arıların onlara kolay ulaşması için toprağın altından çıkarak Çekiç Orkidesine tırmanırlar. Orkideye çıktıklarında çiftleşmek için bir koku salgılarlar ve erkek arının gelmesini beklerler.
Resimlerde sadece birkaç tane örneği görülen arı taklidi yapan orkideler, gerçekte sayı olarak çok fazladırlar. İlginç olan bu çiçeklerin her birinin kendisini başka bir cins arıya benzetmesidir. Böyle kusursuz bir benzerliğin tesadüfen gerçekleştiğini iddia etmek elbette ki son derece gülünç olacaktır. Orkideler bu özelliklere sahip olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. |
Çekiç Orkidesi ve yaban arıları arasındaki bu uyumun doğada pek çok örneği vardır. Çiçeklerin yapılarındaki farklılıklar bazen bu uyumlu ilişkinin sebebi olabilmektedir. Örneğin bazı çiçeklerin içine girebilmek bazı böcekler için son derece kolaydır, çünkü çiçeğin polenlerinin bulunduğu kısım açıktır, bu bölümden böcekler ve arılar kolaylıkla girip polenlere ulaşabilirler. Bazı bitkilerde ise sadece belirli hayvanların girebileceği büyüklükte bir nektar girişi vardır. Mesela arılar bazı durumlarda çiçekteki nektara ulaşmak için bu aralıklardan kendilerini içeri doğru iterler. Oysa arıların kolaylıkla yaptıkları bu işlemi yapmak başka canlılar için çok zor, hatta imkansızdır.
Normal çiçeklerden daha uzun çiçek tacı tüplerine sahip olan bitkilerdeyse ağız yapıları sebebiyle arılar ve bazı böcekler bu bitkileri dölleyemezler. Sadece gece kelebekleri ve güveler gibi uzun dilleri olan böcekler, uzun çiçek tacı tüplerine sahip olan bu çiçekleri dölleyebilirler.17
Üstteki resimlerde dişi yaban arısı zannettiği için bir çiçekle çiftleşmeye çalışan erkek bir yaban arısı görülmektedir. Yanda görülen Çekiç Orkideleri ise dişi arıların sadece rengini, şeklini ve tüylerle kaplı alt kısımlarını taklit etmekle kalmazlar, dişi arıların salgıladıkları kokunun da aynısını taklit edebilirler. |
Bir kilit ve anahtar ilişkisi şeklinde olan bu uyumun evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüflerle elde edilmesi imkansızdır. Kaldı ki bu uyumun tesadüflerle meydana gelmesini beklemek yine evrimcilerin savunduğu doğal seleksiyon mantığıyla çelişir. Çünkü evrimcilerin doğal seleksiyon iddialarına göre, çevreye adapte olamayan bir canlı ya kendisinde yeni mekanizmalar oluşturmalı ya da yavaş yavaş yok olmalıdır. Bu durumda doğal seleksiyon mekanizmasına göre bu bitkiler özel çiçek yapıları nedeniyle taşıyıcı böcekler tarafından döllenemeyecekleri için yok olacaklardır veya çiçeklerinin şeklini değiştirmek zorunda kalacaklardır. Yine aynı şekilde ağız yapıları sebebiyle sadece bu çiçekleri dölleyebilen böcekler de, ya besin bulamadıkları için yok olacaklardı ya da besin toplamakta kullandıkları organlarının yapısını değiştireceklerdi.
Oysa uzun çiçek tacı olan bitkilere ya da diğer bitkilere baktığımızda herhangi bir adaptasyonun, yani değişikliğin ya da başka bir ek mekanizmanın oluşmadığını görürüz. Aynı şekilde kelebekler ve güveler gibi canlılarda herhangi bir adaptasyon görülmemektedir.
Bu çiçekler de, onları dölleyen taşıyıcılar da çok uzun yıllardan bu yana yaşamlarını aynı uyum içerisinde sürdürmektedirler.
Buraya kadar anlatılanlar, birkaç ayrı türdeki bitkinin nesillerini sürdürebilmeleri için başvurdukları yöntemlerin kısa birer özeti idi. Herhangi bir biyoloji kitabında tüm detaylarını bulacağınız bitkilerin tozlaşması işleminin sebepleri hakkında aynı kaynaklar doyurucu bir açıklama getiremezler. Çünkü yapılan her işlemde, bitkiye mal edemeyeceğimiz düşünme, akletme, karar verme, hesap etme gibi özellikler ön plandadır. Oysa bir bitkinin bu fiilleri gerçekleştirecek bir şuurunun olmadığını hepimiz biliriz. Eğer bitkinin tüm bu işlemleri kendi iradesiyle yaptığını söylersek bakın nasıl bir senaryo çıkar karşımıza:
Bitki, aerodinamik yapısının rüzgar ile tozlaşmaya uygun olduğunu "hesap eder" ve ondan sonra gelen her nesil aynı yöntemi kullanır. Diğerleri ise rüzgardan yeterince faydalanamayacaklarını "anlar" ve bu nedenle tozlaşma için böcekleri kullanırlar. Çoğalabilmek için böcekleri kendilerine çekmeleri gerektiğini "bilir", bunu sağlamak için çeşitli yöntemler denerler. Öncelikle böceklerin nelerden hoşlandığını tespit ederler. Bu tespiti yapabilmeleri için böcekleri gözlemlemeleri, çeşitli araştırmalar yapmaları gerekmektedir. Hangi nektarın ve kokunun hangi böcek üzerinde etkili olduğunu bulduktan sonra çeşitli kimyasal işlemler yaparak kokular üretirler ve bunu tam gerektiği zamanı belirleyerek salgılarlar. Nektarı böcekler için cazip kılan tadın, içindeki maddelerin miktarını tesbit eder ve bunu da kendileri üretirler. Nektar ve koku böcekleri kendilerine çekmede yeterli olmuyorsa düşünüp başka bir yöntem denemeye karar verir ve böyle durumlarda "aldatıcı taklitler" yaparlar. Dahası kendi türlerinden başka bir bitkiye ulaşacak olan polenlerin boyutlarını ve gideceği mesafeyi "hesap eder" ve buna göre en uygun şekilde ve en uygun zamanda polenlerini üretirler. Polenlerin yerine ulaşmasını engelleyebilecek ihtimalleri "düşünür" ve bunlara karşı "önlemler alırlar."
Bazı çiçekler gece açarlar bu yüzden de gece yaşayan canlılar
tarafından döllenirler. Gece çiçeklerini dölleyen hayvanlardan bir
tanesi de çiçeklerdeki nektar ile beslenen yarasalardır. Yarasalar
tarafından döllenen ve beyaz, yeşilimsi ve mor renklere sahip olan bu
gece çiçekleri öyle güçlü bir kokuya sahiptirler ki, karanlıkta uçan kör
yarasalar bu sayede onları kolaylıkla bulabilirler. Bu çiçekler ayrıca
çok bol miktarda nektar da üretirler. Görüldüğü gibi her iki canlı da
kusursuz bir uyum içindedir. Bu uyumu yaratan, hiç kuşkusuz ki Rahman ve
Rahim olanAllah'tır. 18 (üstte solda) Avize ağacı bitkisinin üzerinde büyük yapraklardan oluşan bir rozet şekli, bunun da merkezinde krem renkli çiçekleri taşıyan bir sap bulunur. Avize ağacının özelliği polenlerinin eğimli bir bölgede bulunmasıdır. Bu yüzden bitkinin erkek üreme organlarında bulunan çiçek tozunu ancak eğimli bir ağız yapısına sahip olan bu güve toplayabilir. Güve çiçek tozlarını birbirine bastırıp top şekline sokar ve bunu başka bir avize ağacı çiçeğine götürür. Önce çiçeğin dibine iner ve kendi yumurtalarını bırakır. Sonra tepeciğe çıkar ve çiçek tozu topunu buraya vurarak polenlerin dökülmesini sağlar. Bir süre sonra yumurtalardan güve tırtılları çıkar ve bu polenlerle beslenirler. Eğer güveler olmasa avize ağaçları kendi kendilerini dölleyemezler .19 (üstte sağda) |
Bu detaylar ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın, hangi yönden yaklaşılırsa yaklaşılsın, ne gibi mantıklar kurulursa kurulsun bitkilerle hayvanlar arasındaki bu ilişkide bir olağanüstülük olduğu sonucu değişmeyecektir.
Bazı çiçeklerde nektar çiçeğin derinliklerinde bulunur. Bu da böceklerin ve kuşların nektar toplamalarını, yani çiçeğin döllenmesini zorlaştıracak bir dezavantaj gibi görünür. Oysa çiçeler için böyle bir şey söz konusu bile değildir. Çünkü Allah, nektarı derinlerde bulunan çiçeklerin özelliklerine tıpatıp uygun yapılara sahip canlılar yaratarak bu bitkilerin de döllenmesini sağlamıştır. |
Bitkinin ne kendi varlığından, ne de gerçekleştirdiği bu mucizevi işlemlerden haberi vardır. Çünkü o, sahip olduğu her özelliği planlayan, kainattaki her şey gibi kendisini de yaratmış olan ve her an yaratmaya devam eden Allah'ın kontrolündedir, ki bu gerçeği de Kuran'da Allah bizlere bildirmektedir:
Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. (Rahman Suresi, 6)
Deniz Altı Bitkilerinde Polenleşme Yöntemi ile Üreme
Polenle üreme yöntemi, bilinenin aksine, sadece kara bitkilerine özgü bir yöntem değildir. Deniz bitkilerinde de bu yöntemle üreyen türler vardır. İlk olarak 1787 yılında İtalyan botanikçi Filippo Cavollini, açık denizde yaşayan ve polenleşme yöntemi ile üreyen "Zostera" isimli bitkiyi keşfetmiştir.20Polenleşme yönteminin sadece kara bitkilerine özgü olduğunun zannedilmesinin nedeni; su ile temas eden kara bitkilerinin polenlerinin, yarılarak işe yaramaz hale gelmeleriydi.
Suda polenleşme yöntemiyle üreyen bitkiler üzerinde yapılan incelemeler, bu konunun evrim teorisinin içinden çıkamadığı problemlerden bir yenisi olduğunu göstermiştir.
O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu
görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar
bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik,
böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik.
(Lokman Suresi, 10) |
Evrimcilerin bu konudaki problemleri, evrim teorisinin kendi tezlerinden kaynaklanır. Çünkü teoriye göre polenleşme, bitkilerin karada yaşamaya başlamasından sonra kullandıkları "gelişmiş" bir üreme biçimidir. Oysa, bu yöntemi kullanan su bitkilerinin varlığı ortadadır. Bu nedenle evrimciler bu bitkileri, "yeniden suya dönen çiçekli bitkiler" olarak adlandırmışlardır. Ne var ki evrimciler bu bitkilerin ne suya dönüş zamanları, ne suya dönüşlerini gerektiren nedenler, ne de suya dönüşlerinin şekli ve ara formları hakkında mantıklı ve bilimsel bir açıklama yapamamışlardır.
Evrimcilerin diğer bir problemi ise suyun bazı özelliklerinden kaynaklanır. Daha önce de belirttiğimiz gibi su, polenin yayılması için hiç de etkin bir ortam değildir ve genellikle polen tanelerinin yarılmasına yol açar. Ayrıca, suyun hareketini tahmin etmek de zordur. Suda oldukça düzensiz akıntılar olabilir, gel-git olması bitkileri aniden batırabilir ya da suyun üstünde oldukça uzaklara götürebilir. Tüm bunlara karşın suda yetişen bitkiler, polenleşme taşıyıcısı olarak suyu büyük bir başarı ile kullanırlar. Çünkü bu bitkiler suda bu işlemleri rahatlıkla başaracakları şekilde yaratılmışlardır. İşte bu bitkilerden birkaç örnek:
Vallisneria
Erkek Vallisneria'nın çiçekleri, bitkinin su içinde kalan bölümünde oluşur. Bunlar daha sonra dişi özellikli bitkinin çiçeklerine ulaşabilmesi için, gövdeden ayrılarak serbest kalırlar. Çiçek, serbest kaldığında kolaylıkla su yüzeyine çıkabilecek bir biçimde yaratılmıştır. Bu esnada çiçek küresel bir tomurcuk görünümündedir. Taç yaprakları birbirleri üzerine kapanmıştır ve portakal kabuğu gibi çiçeğin etrafını sarmışlardır. Bu özel yapılı form, polenlerin taşındığı bölümün, suyun olumsuz etkisinden korunmasını sağlar. Çiçekler yüzeye çıktığında, daha önce kapalı olan taç yapraklar birbirlerinden ayrılır ve geriye doğru kıvrılarak su üzerine yayılırlar. Polenleri taşıyan organlar, taç yaprakların üzerinde yükselmiş bir biçimde ortaya çıkarlar. Bunlar en hafif bir esintiyle bile hareket edebilecek yelken görevini üstlenirler. Bu organlar, bir yandan yelken gibi iş görürken, öte yandan Vallisneria'nın polenlerini de su yüzeyinden yukarıda tutarlar.Vallisneria bitkisi polenlerini taşıtmak için suyu kullanır. Bitkinin çiçeklerinin, açacakları zamanı ve yeri bilmeleri ve polenlerinin suya dayanıklı özel yapıları gibi detaylar bitkinin bu işlemler için özel olarak yaratıldığını bize gösterir. |
Erkek çiçeğin, suda iken kapalı olup polenleri koruması, yükselerek su yüzünde açması ve suda rahatlıkla ilerleyebilecek bir form oluşturması, üzerinde özel olarak düşünülmesi gereken detaylardır. Çiçeğin bu özelliği deniz taşıtlarında kullanılan ve denize atıldığında otomatik olarak açılan tahliye botlarına benzer. Bu botlar birçok endüstri ürünleri tasarımcısının uzun süren ortak çalışmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Botun ilk üretiminde karşılaşılan planlama hataları ve dolayısıyla botun çalışması sırasında ortaya çıkan aksaklıklar tekrar tekrar ele alınmış, hatalar düzeltilmiş ve tekrarlı çalışmalar sonunda işleyen doğru bir sisteme ulaşılmıştır.
Tüm bu çalışmaları Vallisneria'nın durumunu düşünerek göz önüne alalım: Vallisneria'nın, tahliye botunu tasarlayanlar gibi birden fazla ihtimali yoktur. Yeryüzündeki ilk Vallisneria'nın tek fırsatı vardır. Ancak ilk denemede tam anlamıyla başarılı olan bir sistemin kullanılması sonraki nesillere yaşama imkanı yaratacaktır. Aksaklıkları olan bir sistem ise dişi çiçeği polenleyemeyecek ve bu bitki hiçbir zaman çoğalamayacağı için yeryüzünden yok olup gidecekti. Görüldüğü gibi Vallisneria'nın polenleme stratejisinin aşamalı olarak ortaya çıkması imkansızdır. Bu bitki suda polenlerini gönderebileceği yapısıyla birlikte yaratılmıştır.22
Halodule
Etkileyici polenlenme stratejisine sahip bir başka su bitkisi de Fiji Adalarının kumlu kıyılarında yetişen Halodule'dir. Bu bitkinin polen taşıyıcıları uzun yüzücü iplikler biçimindedir ve suyun içinden yüzeye salınırlar. Bu yapı Halodule'ye Valisneria'dan bile çok daha fazla isabet sağlama imkanı verir. Ayrıca bu ipliklerin yapısında son derece özel karbonhidrat ve protein tabakaları vardır. Bu özel yapı da Halodulelerin yapışkanlık özelliği taşımalarını sağlamıştır. İplikler su yüzeyinde birbirine yapışarak uzun sallar oluştururlar. Bitkiye ait bu tip milyonlarca arama aracı, gel-git dalgalarını kullanarak dişi bitkilerin bulunduğu sığ sulara doğru yol alırlar. Bu arama araçlarının birbiriyle çarpışmasıyla döllenme işlemi kolaylıkla başarılmış olur..23Halodule gel-git dalgalarını kullanarak, uzun ve yapışkan yüzücü iplikleri sayesinde polenlerini dişi bitkilere göndermede hep başarılı olur. |
Thalassia
Buraya kadar polenleri su yüzeyinde taşınan bitkilerden bahsettik. Bu durumda polenlerin hareketi iki boyutludur. Bazı bitkilerde ise üreme sistemi üç boyutlu olarak işler. Üçüncü boyut su yüzeyinin altıdır.Su altındaki polenleşme stratejileri, su yüzeyinde gerçekleştirilenlerden daha zordur. Çünkü üç boyutlu polenleşmede, polenlerin hareketlerindeki ufak bir değişiklik dahi sonucu daha fazla etkiler. Bu nedenle bir polenin, su içinde iken dişi organı yakalaması, yüzeydeyken yakalamasından çok daha zordur.
Thalassia bitkisi diğer su bitkilerinden farklı olarak tüm yaşamını suyun altında geçirir. Buna rağmen o da polenlerini su yoluyla dişi bitkiye ulaştırır. Thalassia'nın da yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi yapışkanlı iplikçikleri vardır. Thalassia'nın özel yapısını Allah su altında yaşaması için özel olarak yaratmıştır. |
Thalassia ve Halodule'nin polenlerini iplikçik paketleri şeklinde yollamalarıyla arama araçlarının taradığı yol daha da büyütülmüş olur. Hiç şüphesiz ki bu akıl dolu plan, hem su bitkilerini hem de onların suda polenleşme stratejilerini yaratan ve her türlü yaratmadan haberdar olan Allah'ın eseridir.
O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda
da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her
canlıdan türetip yayıverdi.Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her
güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu
halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır,
zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 10-11)
DİPNOTLAR
2. Solomon, Berg, Martin,Villee, Biology, A.B.D, Salinder College Publishing, s.744-7453. Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s. 164
4. Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s. 164
5. Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s. 9
6. Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs 1995, s. 74
7. Solomon, Berg, Martin,Villee, Biology, A.B.D, Salinder College Publishing, s.583
8. Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs 1995, s. 76
9. Bilim ve Teknik Dergisi, Mayıs 1995, s.77
10. John King, Reaching for The Sun, 1997, Cambridge University Press, Cambridge, s.152
11. John King, Reaching for The Sun, 1997, Cambridge University Press, Cambridge, s.150
12. Bilim ve Teknik Dergisi, Şubat 1988, s.22
13. John King, Reaching for The Sun, Cambridge University Press, Cambridge, s.148-149
14. David Attenborough, The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s.128
15. David Attenborough, The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s.130
16. Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s.143
17. Guinness Publishing , The Guinness Encyclopedia of the Living World, Italya, 1992, s.42-43
18. Robert, R.Halpern, Green Planet Rescue, A.B.D, The Zoological Society of Cincinati Inc., s.26
19. David Attenborough, Yaşadığımız Dünya, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1985, s.58
20. Scientific American, October 1993, s.68
21. Scientific American, October 1993, s.69
22. Scientific American, October 1993, s.70-71
23. Scientific American, October 1993, s.70
24. Scientific American, October 1993, s.71
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder