Ve Bir Bitki Doğuyor
Yeryüzündeki ekolojik dengenin ve canlılığın devamında son derece
önemli bir role sahip olan bitkiler, bu önemle doğru orantılı olarak
diğer canlılara kıyasla çok daha etkin üreme sistemlerine sahiptirler.
Bu sayede hiç zorluk çekmeden çoğalmalarını gerçekleştirirler.
Bitkilerin üremesi için kimi zaman bir bitkinin sapının kesilerek
toprağa gömülmesi, kimi zaman da bir böceğin bir çiçeğe konması yeterli
olmaktadır.
Bitkilerin üremelerinin, işlem olarak son derece basit gibi görünmesine
rağmen, içerik olarak oldukça kompleks olması bilimadamlarını hayrete
düşürmektedir.
Ana Bitkiden Ayrılmayla Başlayan Yeni Bir Hayat
Bazı bitkiler cinsiyet ayrımı olmadan, tek bir cinsin belirli yollarla
çoğalmasıyla soylarını devam ettirebilirler. Bu gerçekleştirilen
çoğalmaya eşeysiz üreme adı verilir. Bu şekildeki bir üremeden sonra
ortaya çıkan yeni nesil kendisini meydana getiren neslin tıpatıp aynısı
olur. Bitkilerdeki en bilinen eşeysiz üreme şekilleri tomurcuklanma ve
parçalara ayrılmadır.
Bazı özel enzimlerin yardımıyla gerçekleşen bu üreme biçimi
(tomurcuklanma veya parçalanma) pek çok bitkide görülebilir. Örneğin
çimenler ve çilekler "sürgün" denilen yatay uzantılarını kullanarak
çoğalırlar. Patates ise toprağın altında yetişen bir bitki olarak, bu
kısımlarda açılan yeni özel yerlerden (gözelerden) tomurcuklar vererek
çoğalır.2
Bazı tür bitkilerde ise yapraklarından bir bölümünün toprağa düşmesi,
yeni bir bitkinin yetişmesi için yeterli olmaktadır. Örneğin
Bryophyllum daigremontianum adlı
bitkinin üremesi yapraklarının ucunda gelişen tomurcuklar sayesinde
gerçekleşir. Bu tomurcuklar yere düşer düşmez, bağımsız birer yeni bitki
haline gelerek, büyümeye başlarlar.3
Begonya gibi bazı bitkilerde de kopan yapraklar ıslak bir kuma
yerleştirildiği zaman, bir süre sonra küçük yaprakçıkların oluştuğu
görülecektir. İşte bu yaprakçıklar da yine çok kısa bir süre sonra ana
bitkinin benzeri olan yeni bitkiyi oluşturmaya başlarlar.4
Bu örnekleri de göz önüne alarak; bir bitkinin parça atarak ya da
tomurcuklanarak büyümesi için temelde ne gereklidir? Düşünelim!
Bitkilerin genetik yapısına bakıldığında bu sorunun cevabı kolaylıkla
verilecektir.
|
Çilekler ve patatesler diğer bitkilerde olduğu gibi tohum ya da
polen kullanarak üremezler. Bu bitkiler ya toprağın üstünde ya da
altında kök filizleri oluşturarak, eşeysiz ürerler. |
Bitkilerin de, diğer canlılarda olduğu gibi, tüm yapısal özellikleri
hücrelerindeki DNA'larda şifrelenmiştir. Yani her bir bitkinin nasıl
çoğalacağı, nasıl nefes alacağı, besinini nasıl sağlayacağı, rengi,
kokusu, tadı, içindeki şekerin miktarı, üreme şekli ve daha bunun gibi
birçok bilgi o bitkinin istisnasız bütün hücrelerinde bulunmaktadır.
Bitkinin köklerindeki hücreler yaprakların nasıl fotosentez yapacağının
bilgisine sahiptir ya da yapraklarındaki hücreler köklerin topraktan
suyu nasıl çekeceğini bilirler. Kısacası bitkiden ayrılan her parçada,
bitkinin tamamını oluşturabilecek şekilde bir şifrelenme ve düzenlenme
mevcuttur. Ana bitkinin tüm özellikleri yani genetik olarak bitkiyle
ilgili tüm bilgiler, bitkiden kopan bu küçük parçanın her hücresinde de
eksiksiz olarak bulunmaktadır.5
Bu sistemle üreyen bitkilerin her parçasında aynı genetik bilginin
olması son derece önemlidir, hatta bu zorunludur. Çünkü bitkinin üremesi
sadece bu sistemin işlemesine bağlıdır. Düşen parçada bitkideki genetik
bilgilerin tamamı olmasa, aynı özelliklerde bir bitki gelişemez. Bunu
bir örnekle açıklayalım. Genetik bilgilerde eksiklik olsa; örneğin bir
çileğin rengi ya da içindeki şeker miktarı, kokusu ile ilgili genetik
bilgi yeni düşen parçada olmasa çilek, çilek olamazdı. Peki öyleyse
bitkinin her parçasına, bitkinin tamamını oluşturabilecek bilgiler
eksiksiz olarak nasıl ve kim tarafından yerleştirmiştir?
Bir bitkideki tüm bilgilerin eksiksiz bir şekilde bütün hücrelerde aynı
olması ihtimal hesaplarıyla, tesadüflerin yardımıyla elde edilemez. Bu
işlemi gerçekleştiren, bitkinin kendisi ya da topraktaki mineraller ya
da başka dış etmenler de olamaz. Çünkü bunların hepsi bitkiyi oluşturan
sistemin bir parçasıdır. Nasıl ki bir fabrikadaki tüm robotlara aynı
üretim bilgisini veren bir mühendis vardır ve bilgisayarların bu
bilgileri tek başına elde etmeleri mümkün değildir, aynı şekilde
bitkilerdeki sistemin her bir parçasının böyle bir bilgiyi kendi kendine
elde etmesi de mümkün değildir.
|
Eşeysiz üreyen bitkilerin hücrelerinin her birinde, bitkinin
tamamına ait genetik bilgi bulunur. Bu sayede bitkiden düşen parçalar
ana bitkinin tıpatıp benzeri yeni bir bitkiyi oluşturabilirler.
1 Steptocarpus bitkisi
2. Begonya bitkisi
3 Parça atarak üreyen Bryophyllum daigremontianum bitkisi |
Yeryüzündeki tüm canlılarda olduğu gibi, bitkilerin hücrelerine de
gerekli bilgileri yerleştiren, hiç kuşkusuz ki her şeyi eksiksiz
yaratan, her türlü yaratmadan haberdar olan Allah'tır. Allah bu gerçeğe
pek çok ayetinde dikkat çekmiştir:
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök
yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve
uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi
bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki
kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş
bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü
yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden
haberdardır.
(Hac Suresi, 63)
|
Eşeyli Üreyen Bitkiler
Bitkinin çiçeğinde bulunan erkek ve dişi üreme organları vasıtasıyla
gerçekleşen üreme şekli, eşeyli üreme olarak adlandırılır. Her çiçeğin
şekli, rengi, içerdiği üreme hücrelerinin kılıfları, taç yaprakları gibi
özellikleri bitki türleri arasında değişiklikler gösterir. Yapılardaki
bu çeşitliliğe rağmen bütün çiçeklerin görevleri temelde aynıdır. Bu
görevler; üreme hücrelerini üretmek, dağıtıma hazır hale getirmek ve
kendisine ulaşan diğer üreme hücresinin döllenmesini gerçekleştirmektir.
Çiçeklerin açmaya başladıkları dönemde ortaya çıkan polenler,
bitkilerin erkek üreme hücreleridirler. Görevleri, kendi türlerinin
çiçeklerindeki dişi organlara ulaşabilmek ve ait oldukları bitkinin
neslinin devamını sağlamaktır.
Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik,
ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada
hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar
fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından
yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? Yerin bitirdiklerinden,
kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri
yaratan (Allah çok) Yücedir. (Yasin Suresi, 33-36)
|
Her bitkinin polenlerini göndermek için ise kendine özgü bir yöntemi ya
da kullandığı bir mekanizması vardır. Bitkilerden kimileri böcekleri
kullanırlar, kimileriyse rüzgarın özelliklerinden faydalanırlar.
Bitkilerin döllenmesinde kuşkusuz ki en önemli nokta her bitkinin yalnız
kendi türünden olan bir bitkiyi dölleyebilmesidir. Bu yüzden doğru
polenlerin doğru bitkiye gitmesi son derece önemlidir.
Peki, özellikle bahar aylarında havada bu kadar çok çeşitte polen
dolaşırken, nasıl olup da döllenmede hiç karışıklık çıkmaz? Polenler
uzun yolculuklara ve değişen şartlara nasıl dayanıklılık gösterirler?
Tüm bu soruların cevabı polenin yapısı ve dağılma yöntemleri incelendiğinde verilmiş olacaktır.
|
Dış görünüş olarak hepsi birbirinden farklı olan polenler,
içlerinde bitkilerin değerli üreme hücrelerinin saklandığı, son derece
sağlam, milimetrenin binde biri büyüklüğündeki kutulardır. |
Polenlerden Tohuma Doğru...
Mükemmel ambalajlanmış genler: Polenler
|
Havada çok fazla polen dolaşmasına rağmen bitkiler, sadece kendi
türlerinden olan polenler kendilerine ulaştığında döllenme işlemini
başlatırlar. Üstteki resimde polenlerini yayan bir bitki görülmektedir. |
Polenler ilk olarak çiçeklerin erkek üreme organlarında üretilirler ve
oradan da çiçeğin dış bölümüne doğru ilerlerler. Buraya ulaştıktan sonra
da olgunlaşmaya başlarlar ve sonraki nesil için döllemeye hazır hale
gelirler. Bu polenin hayatındaki ilk aşamadır.
Öncelikle polenin yapısına biraz göz atalım. Polen, gözle görülemeyecek
kadar küçük bir mikroorganizmadır (kayın ağacını poleni 2, kabağın
poleni ise 200 mikron büyüklüğündedir) (1 mikron=1/1000mm). İçinde büyük
gövdeli bir hücre (vejetatif hücre) ile iki sperm hücresi (generatif
hücre) bulunur.
Polen bir tür kutuya benzetilebilir. Polenin içinde bitkinin üreme
hücreleri vardır. Bu hücrelerin çoğu dış etkenlerden zarar görmeden
canlılıklarını koruyabilmeleri için çok iyi bir şekilde saklanmaları
gerekir. Bu yüzden kutunun yapısı son derece sağlamdır. Kutunun etrafı
"sporoderm" diye adlandırılan bir kabuk tarafından sarılmıştır. Bu
kabuğun dış kısmında bulunan ve "ekzin" olarak adlandırılan tabaka,
organik alemin bilinen en dayanıklı maddesidir ve kimyasal yapısı henüz
tam olarak aydınlatılamamıştır.6 Bu madde genel olarak asitlerin ve
enzimlerin yol açtığı bozulmalara karşı çok dirençlidir. Ayrıca yüksek
sıcaklık ve basınçtan da etkilenmez. Görüldüğü gibi, bitkilerin
devamlılığı için varlıkları zorunlu olan polenlerin korunmaları için çok
detaylı tedbirler alınmıştır; polenler adeta özel olarak
ambalajlanmışlardır. Bu sayede polenler hangi metodla taşınırlarsa
taşınsınlar, ana gövdelerinden kilometrelerce uzaklıkta dahi
canlılıklarını sürdürebilirler. Polenlerin çok dayanıklı bir maddeyle
kaplanmış olmalarının yanı sıra sayıca çok olmaları da o bitkinin
çoğalmasını garanti altına almış olur.
Polendeki bu detaylı yapıda da görüldüğü gibi Allah yarattığı her şeyde
bize benzersiz sanatını gösterir ve bunların üzerinde düşünmemizi
ister. Buna Kuran'daki pek çok ayette dikkat çekilmiştir:
Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler,
çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile
sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına
üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için
gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 4)
Polenlerin, dölleyecekleri çiçeklere ulaşabilmeleri için genellikle iki
farklı yol vardır: Döllenme işleminin ilk aşaması olan taşınma işlemi,
polenlerin bir arının, bir kelebeğin ya da herhangi bir böceğin vücuduna
yapışıp kendilerini taşıttırmaları veya rüzgarın akışına uygun olarak
yol almaları şeklinde gerçekleşir.
Rüzgara Yelken Açan Polenler
|
Bitkiler her üreme dönemlerinde havaya milyonlarca polen
bırakırlar. Polenlerin sayıca bu kadar çok olmasının nedeni, herhangi
bir etki ile oluşacak tehlikelere karşı bitkinin üremesinin garanti
altına alınmasıdır. |
Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgar
vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları,
palmiye ve benzeri ağaçlar ve ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler
ile çimensi otların tamamı rüzgarlarla döllenir. Rüzgar, çiçek tozlarını
bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi
gerçekleştirir.
Rüzgarla döllenme işleminde, halen bilimadamlarının açıklama getirmekte
zorlandıkları pek çok nokta ve cevap bekleyen pek çok soru vardır.
Örneğin rüzgarla taşınan binlerce polen çeşidinden her biri, kendi
türüne ait olan bitkinin çiçeğini nasıl tanımaktadır? Bitkiden
fırlatılan polenler hiçbir yere takılmadan nasıl olup da bu bitkinin
dişilik organlarına ulaşırlar? Döllenme ihtimali oldukça düşük olmasına
rağmen nasıl olup da binlerce bitki, üstelik de milyonlarca yıldır bu
yolla döllenmektedir?
İşte bu soruların cevabını verebilmek için yola çıkan Cornell
Üniversitesi'nden Karl J. Niklas ve ekibi rüzgarla döllenen bitkileri
incelemeye almışlardır. Buldukları sonuçlar son derece şaşırtıcı
olmuştur. Niklas ve ekibi rüzgarla döllenen bitkilerin havadan bol
miktarda polen yakalayabilmelerini sağlayan, aerodinamik çiçek
yapılarının olduğunu keşfetmişlerdir.
Bitkilerdeki bu aerodinamik yapı nedir? Nasıl bir etkisi vardır? Bu
soruların cevaplarını verebilmek için öncelikle "aerodinamik yapı"
tanımının açıklanması gerekir. Havada hareket eden cisimlere hava
akımlarından kaynaklanan bazı kuvvetler etki eder. Aerodinamik kuvvetler
olarak adlandırılan bu kuvvetler sayesinde, hareket etmeyi başarabilen
cisimler de "aerodinamik yapıya sahip cisimler" olarak adlandırılırlar.
Rüzgarla polenleşme sistemini kullanan bazı bitkiler işte bu aerodinamik
yapıyı çok etkili bir biçimde kullanırlar. Bu konudaki en güzel örnek
çam kozalaklarının yapısında görülür.
|
İhtişamlı bir görüntüye sahip olan palmiye ağaçları da rüzgarları kullanarak döllenen bitkilerdendir. |
Aerodinamik Kozalaklar
Karl Niklas ve ekibinin rüzgarla polenleşmeyi incelemelerine sebep olan
sorulardan belki de en önemlisi, "nasıl olup da havada bu kadar çok
çeşitte polen dolaşırken, bir bitki çeşidinin polenleri başka bir bitki
türü tarafından tutulmamakta ve sadece kendi türünden diğer bitkilere
ulaştırılmaktadır" sorusu olmuştur. İşte bu soru, bilimadamlarını
rüzgarla döllenen bitkileri, özellikle de kozalakları incelemeye
yöneltmiştir.
Oldukça uzun olan yaşam süreleri ve yüksek boylarıyla tanınan kozalaklı
ağaçlarda, kozalaklar erkek ve dişi yapıları oluştururlar. Erkek ve
dişi kozalaklar aynı ağaçta olduğu gibi farklı ağaçlarda da olabilirler.
Kozalaklarda, polenleri taşıyan hava akımını kendilerine çekecek özel
tasarlanmış kanallar vardır. Polenler, oluşan bu kanallar sayesinde
üreme alanlarına kolaylıkla gelirler.
Dişi kozalaklar, erkek kozalaklara göre daha büyüktürler ve tek olarak
büyürler. Dişi kozalakların merkez eksenleri etrafında çok fazla
miktarda yaprak benzeri yapılar olan "sporofil"ler vardır. Bunlar, balık
puluna benzeyen kabuk şeklinde yapılardır. Sporofillerin iç
yüzeylerinde iki adet ovül (yumurtanın oluşturulduğu kısım) bulunur.
Kozalaklar polenleşmeye hazır olduğunda bu kabuklar iki yana açılır.
Böylece erkek kozalaktan gelen polenlerin içeri girmesine olanak
sağlanmış olur.
|
Kozalaklı Bir Bitkinin Üreme Şeması
Kozalaklı ağaçlar diğer bitki türleri arasında en ilginç üreme sistemine sahip olanlardan bir tanesidir.
Yularıdaki resimde bir kozalağın döllenme aşamaları görülmektedir. |
Bundan başka polenlerin kolaylıkla kozalağın içine girmesini sağlayan
özel yardımcı yapılar da vardır. Örneğin dişi kozalakların pulları
yapışkan kıllarla döşenmiştir. Bu kıllar sayesinde polenler döllenme
için kolaylıkla içeri alınabilmektedirler. Döllenmeden sonra dişi
kozalaklar, çekirdek ihtiva eden odunsu ve derimsi yapılara dönüşürler.
Daha sonra çekirdekler de uygun koşullarda gelişerek yeni bitkileri
meydana getirirler. Ayrıca dişi kozalakların çok şaşırtıcı bir
özellikleri daha vardır: Yumurtanın oluştuğu kısım (ovül) kozalağın
merkezine çok yakındır. Bu da polenin bu bölüme ulaşması için bir zorluk
gibi görünmektedir. Çünkü kozalağın iç kısımlarına ulaşabilmek için, iç
eksene açılan özel bir yoldan da geçilmesi gerekmektedir. Bu ilk
bakışta kozalakların döllenmesinde bir dezavantaj gibi görülmesine
rağmen, yapılan incelemeler sonucunda böyle olmadığı anlaşılmıştır..7
Kozalaklardaki bu özel döllenme sisteminin nasıl işlediğinin
bulunabilmesi için bir model kozalak hazırlanarak deney yapılmıştır.
Helyum doldurularak yapılmış baloncuklar hava akımına bırakılarak
hareketleri gözlenmiştir. Bu baloncukların hava akımını rahatlıkla
izleyerek, kozalağın içindeki sıkışık koridorlardan hiç zorlanmadan
geçme özelliğine sahip oldukları anlaşılmıştır.
Daha sonra bu maket deneyinde gözlemlenen baloncukların hareketleri
özel bir fotoğraflama tekniğiyle görüntülenmiştir. Bir bilgisayar
yardımıyla görüntüler analiz edilerek rüzgarın yönü ve hızı da tespit
edilmiştir.
|
Dişi çam kozalağının etrafında yaratılan hava akımı tozlaşmada çok
önemli rol oynar. Önce rüzgar kozalağın merkezine saptırılır. a)Merkezde
eksen etrafında döndükten sonra pulların yüzeyini fırçalar b)Her pulun
üzerinde hava, yumurta açıklığına yakın yerden aniden düzensiz bir
şekilde dolanmaya başlar ve polenler bu bölgede birikir. (c) Rüzgar
yönüne paralel olarak kozalaklarda hava aşağıya ve pullara doğru
gönderilir.
Üstteki küçük resimde ise dişi kozalağın etrafındaki iğne yapraklar görülmektedir. |
Bilgisayardan elde edilen sonuçlara göre, kozalakların rüzgarın
doğrusal hareketini üç şekilde değiştirdiği anlaşılmıştır. İlk olarak
rüzgarın yönü dallar ve yapraklar vasıtasıyla merkeze doğru
döndürülmüştür. Daha sonra bu bölgedeki rüzgar kıvrılarak yumurtanın
oluşturulduğu bölgeye doğru sürüklenmiştir. İkinci harekette,
kabukçukların tümünü yalayan rüzgar sanki bir girdaptaymış gibi dönerek
kozalağın iç eksenine doğru açılan bölgeye yönelmiştir. Üçüncüsünde ise
kozalak, çıkıntıları sayesinde çalkantıya neden olarak, rüzgarı aşağıya
doğru döndürerek kabuklara yönlendirmiştir.
|
Kozalaklar kendi türlerine göre çeşitli yoğunluklara ve biçimlere sahip olurlar. |
İşte bu hareketler sayesinde havada uçuşan polenler çoğunlukla
hedeflerine ulaşmaktadırlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta hiç
kuşkusuz ki, birbirini tamamlayan üç aşamanın olması ve bunların mutlaka
bir arada olması gerektiğidir. Kozalaklardaki yapının mükemmelliği işte
bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Evrim teorisi tüm canlılarda olduğu gibi bitkilerde de aşamalı olarak,
zaman içinde bir gelişim olduğunu iddia eder. Bitkilerdeki kusursuz
yapıların sebebi evrimcilere göre tesadüflerdir. Bu iddianın
geçersizliğini görmek için sadece kozalaklardaki üreme sisteminin sahip
olduğu kusursuz yapıyı incelemek yeterli olacaktır.
Üreme sistemi olmadan bir canlının neslini devam ettirmesi mümkün
değildir. Bu kaçınılmaz gerçek elbette ki çam ağacı ve kozalakları için
de geçerlidir. Yani, kozalaklardaki üreme sisteminin çam ağaçlarının ilk
ortaya çıkışı ile birlikte var olması zorunludur. Kozalaklardaki bu
mükemmel yapının var oluşunda ise kendiliğinden kademeli oluşma gibi bir
süreç imkansızdır. Çünkü rüzgarı kozalağa yönlendiren yapının, daha
sonra bu rüzgarı kanala yönelten ayrı bir yapının ve en sonunda da
yumurtanın olduğu bölüme ulaştıran kanalın her birinin eksiksizce aynı
anda ortaya çıkmış olmaları gerekmektedir. Bu üç yapıdan birinin
eksikliği durumunda, bu üreme sisteminin çalışması mümkün değildir.
Kaldı ki kozalaktaki yumurta hücresinin ve onu dölleyecek olan sperm
hücrelerinin kendiliklerinden tesadüfen oluşabilmelerinin imkansızlığı
da evrim teorisi açısından apayrı bir çıkmazdır.
Tek bir parçasının dahi tesadüflerle var olması imkansız olan böyle bir
sistemin tüm parçalarının aynı anda tesadüflerle ortaya çıkması,
imkansız kavramının dahi ötesinde bir durumdur. Bu durum da evrim
teorisinin tesadüfen oluşum iddialarını her yönüyle geçersiz
kılmaktadır. Dolayısıyla, şu çok açık bir gerçektir ki, kozalaklar ilk
ortaya çıktıkları andan itibaren, eksiksiz bir şekilde bu kusursuz
sistemle birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.
|
Resimde görülen Amerikan melez çamının kozalaklarında da
döllenmenin daha kolay gerçekleşmesi için yapraklar, polenlerin uçmasını
engellemeyecek şekilde yerleştirilmiştir. |
Çam ağaçlarının, polenlerin yakalanmasını hızlandıran daha başka
özellikleri de vardır. Örneğin yumurta hücrelerinin içinde bulunduğu
dişi kozalaklar genellikle dalların ucunda oluşur. Bu da polenlerin
kaybını en aza indirir. Bundan başka çam kozalağının etrafındaki
yapraklar, hava akımının hızını azaltarak kozalak üzerine daha fazla
polen düşmesine yardım ederler. Kozalak etrafındaki yaprakların simetrik
dizilişi de, herhangi bir yönden gelen polenlerin kolaylıkla
tutulmasına yardımcı olur.
Tüm polenlerde olduğu gibi çam polenlerinin de türlere göre farklı
biçimleri, büyüklükleri ve yoğunlukları vardır. Bu sayede her polen
hava akımından değişik yönde etkilenmiş olur. Örneğin, bir türün
polenleri, başka bir türün kozalağının oluşturduğu hava akımlarını
izleyemeyecek bir yoğunluğa sahiptir. Bu sebeple kozalağın oluşturduğu
akımın dışına çıkarak toprağa düşerler. Bütün kozalak çeşitleri kendi
türlerinin polenlerine en uygun hava akımını oluştururlar. Kozalakların
bu özelliği sadece polenleri tutmaya yaramaz. Hava akımının meydana
getirdiği bu filtre özelliğini bitkiler çok değişik işler için de
kullanırlar. Örneğin bu yöntem sayesinde dişi kozalaklar, yumurta
hücrelerine zarar verebilecek mantar polenlerinin yönünü de
değiştirebilirler.
Bitkiler tarafından havaya rastgele atılan polenlerin kendi
türdeşlerine ulaşabilmesi için alınan önlemler sadece bunlarla sınırlı
değildir. Bitkinin polenlerinin ihtiyaçtan çok daha fazla miktarda
üretilmesi de, polenleşme işlemini bir yere kadar güvence altına almış
olur. Çeşitli sebeplerle oluşabilecek polen kayıpları bu sayede bitkiyi
etkilemeyecektir. Örneğin çam ağaçlarındaki her bir erkek kozalak yılda 5
milyondan fazla polen üretirken, tek başına bir çam ağacı ise yılda
12.5 milyar civarında polen üretmektedir ki bu, diğer canlıların üreme
hücreleriyle karşılaştırıldığında son derece olağanüstü bir sayıdır.8
Bununla birlikte rüzgarla taşınan polenlerin önünde daha pek çok engel
vardır. Bunlardan biri de yapraklardır. Polenler havada uçuşmaya
başladıkları sırada, yapraklara takılıp kalmalarını engellemek için bazı
bitkilerde (fındık, gürgen, ceviz vs) çiçekler yapraklardan önce
açarlar. Bu sebeple polenleşme yaprakların henüz gelişmedikleri bir
zamanda gerçekleşmiş olur. Buğdaygillerde ve çamgillerde ise
polenleşmenin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için çiçekler bitkinin uç
kısımlarında bulunmaktadır. Böylelikle yapraklar polenin hareketine bir
engel teşkil etmemiş olurlar.
Alınan bu önlemlerle polenler oldukça uzak mesafelere kadar
gidebilirler. Bu uzaklık bitkinin türüne göre değişir. Örneğin
üzerlerinde hava kesecikleri bulunan polenlerin katedebildikleri mesafe,
diğer türlere göre çok daha fazla olabilir. 2 tane hava keseciği
taşıyan çam polenlerinin yüksek hava akımları ile 300 km kadar uzağa
taşınabildiği belirlenmiştir.9 Bununla birlikte asıl önemli olan nokta,
havada uçan binlerce çeşit polenin bazen kilometrelerle ifade edilen bir
uzaklığa, aynı rüzgarlarla taşınması ve bir karışıklık çıkmamasıdır.
Polenler hedefe kilitleniyor
Rüzgar yoluyla döllenen bitkilerin bu hayret uyandırıcı özelliklerini
daha iyi anlayabilmek için, şöyle bir örnekle kıyas yapabiliriz:
Roketlerin
hedeflerine varabilmeleri için belirli bir rotayı izlemeleri gerekir.
Bu yüzden de roketin her türlü tasarımı, hedefe ulaşmasını sağlayacak
şekilde titiz hesaplamalarla yapılmalıdır. Roketin özellikleri, motor
kapasitesi, uçuş hızı gibi roket ile ilgili ve yağış, rüzgar, yoğunluk
gibi hava şartlarıyla ilgili konular detaylı olarak programlanmalıdır.
Ayrıca hedef bölgenin yapısı ve ortam şartları da en ince ayrıntısına
kadar bilinmelidir. Üstelik bu saptamaların hassas ölçümlerle yapılması
gereklidir. Aksi takdirde roket, rotasının dışına çıkar ve hedefe
ulaşamaz. Hedefe kilitlenen bir roketin görevini başarıyla
tamamlayabilmesi için birçok mühendis çok detaylı düşünerek hareket
etmelidir. Belli ki hedefe kilitlenmedeki başarı, ekibin yoğun
çalışmalarının, ince hesaplamaların ve kullanılan üstün teknolojinin bir
ürünü olacaktır.
Kozalaklardaki kusursuz üreme sistemlerinde de, roketlerin hedefe
kilitlenmelerine benzer biçimde, her şey çok ince planlamış, son derece
hassas ayarlamalar yapılmıştır. Hava akımının yönü, kozalakların
yoğunluk farkları, yaprakların biçimi gibi pek çok detay, özel olarak
tasarlanmış ve bitkilerin üreme planı bu bilgilere göre kurulmuştur.
Bitkilerdeki bu detaylı yapıların varlığı, akla yine bu mekanizmaların
nasıl oluştuğu sorusunu getirecektir. Bu soruya yine bir soruyla cevap
verelim. Kozalaklardaki bu yapı tesadüflerin eseri olabilir mi?
Roketlerdeki sistem uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda, akıl ve
bilgi sahibi, bu konuda uzmanlaşmış mühendislerin yoğun çalışmalarıyla
ortaya çıkmıştır. Bu konuda kimsenin bir şüphesi yoktur. Roketlerle
hemen hemen aynı çalışma sistemine sahip olan kozalaklardaki kompleks
yapılar da aynı şekilde özel olarak tasarlanmıştır. Bir roketin
tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, rasgele bir rota tutturduğunu söylemek
ne derece mantıksız bir iddia olacaksa, benzer şekilde hedefe
kilitlenmiş olarak hareket eden polenlerin olağanüstü hareketlerinin ve
kozalaklardaki detaylı yapının da tesadüflerle ortaya çıkmış olduğunu
söylemek aynı derecede mantıksız bir iddia olacaktır.
Aynı
şekilde polenlerin bu yolculukta ayrı yollarını bulabilecek yeteneğe ve
bilgiye sahip olma ihtimalleri de elbetteki imkansızdır. Sonuç olarak
polen bir hücreler topluluğudur. Daha da derinine inersek şuursuz
atomlardan oluşan bir varlıktır. Polende böyle bir yeteneği ortaya
çıkaracak bir şuur aramak mümkün değildir. Kuşkusuz bir kozalağın
böylesine detaylı bilgilerle dolu bir sistemi kullanarak döllenebilmesi
ancak sonsuz bilgi ve kudret sahibi olan Allah'ın mükemmel yaratması ile
gerçekleşmektedir.
Çam ağaçlarının döllenmesindeki başka bir önemli nokta da, rüzgarların
kontrol altında tutuluyor olmasıdır. Rüzgarların kendilerine verilen
taşıma görevini kusursuz bir şekilde yerine getirmeleri de hiç kuşkusuz
ki yine alemlerin Rabbi olan Allah'ın, gökten yere her işi evirip
çevirmesi sayesindedir. Allah bu durumu bir ayetinde şu şekilde
bildirir:
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik... (Hicr Suresi, 22)
Yeryüzündeki tüm bitki türleri istisnasız olarak bu işlemleri
gerçekleştirmektedirler. Her bir tür kendi yapması gerekenleri, ilk
ortaya çıktığı andan itibaren bilmektedir. Rüzgar akımının yardımı ile
gerçekleşen bu olay, başarıya ulaşması oldukça zor ihtimallere
dayanmasına rağmen milyonlarca yıldır hiçbir aksama olmadan devam
etmektedir. Görüldüğü gibi her şey çok yerli yerinde ve mükemmel bir
zamanlama ile gerçekleşmektedir. Çünkü bu mekanizmaların her biri, bir
bütün olarak ve aynı zaman dilimi içinde bir arada işlemek zorundadır.
Bir tanesinin eksikliği veya işlememesi durumunda bitkinin soyunun
tükenmesi kaçınılmazdır.
Ne bir parçasında ne de bütününde kendilerinden kaynaklanan bir akıl,
irade ya da bilinç bulunmayan bu sistemler, çok açıktır ki hepsini her
an kontrolü altında tutan, her şeyi en ince ayrıntısıyla planlayan,
sonsuz bir güç ve bilgi sahibi olan Allah'ın emri ve yaratması ile bu
inanılmaz olaylarda rol oynamaktadırlar. Canlı cansız her şeyin ve her
olayın meydana gelmesi Allah'ın her an yaratması ile gerçekleşmektedir.
Allah bu sırrı bir ayetinde insanlara şöyle bildirmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların
arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç
yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Konuyla
ilgili şöyle bir örnek daha verebiliriz: Her ayrıntının düşünülerek
hazırlandığı, hatasız çalışan bir teknolojik alet, bir fabrika veya bir
bina gördüğümüzde bunların planlayıcılarının olduğundan hiç kuşku
duymayız. Tüm bunların bilinçli kişiler tarafından yapıldığını ve her
aşamasında mutlaka bir denetim olduğunu da biliriz. Hiç kimse çıkıp da
bunların kendi kendilerine zamanla oluştukları gibi bir iddiada
bulunmaz. Planlayan kişinin aklını ve sanatını yaptığı işler oranında
takdir ederiz, saygı duyarız, ondan övgüyle bahsederiz.
İşte yeryüzündeki tüm canlılar da çok hassas dengelere bağlı olarak,
her detayı ince ince planlanmış sistemlerle birlikte yaratılmışlardır.
Bunu istisnasız başımızı çevirdiğimiz her yerde görürüz. Bütün canlılar
bize kendilerini yaratan Allah'ı tanıtırlar. Hiç kuşkusuz ki burada
övülmeye layık olan, tüm canlıları sahip oldukları yeteneklerle yaratan
Allah'tır. Yeryüzündeki her şey gibi tüm bitkiler de Allah'ın özel
olarak yarattığı sistemler sayesinde varlıklarını sürdürmektedirler,
yani O'nun kontrolündedirler:
Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. (Hac Suresi, 64)
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı
bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir
yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta
olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi,
59)
Polen Taşıyıcıları İş Başında
Bazı bitki türlerinin, polenlerini böcekler, kuşlar, arılar ve
kelebekler gibi hayvanlara taşıtarak ürediklerinden bahsetmiştik.
|
Resimlerde görülen değişik türlere ait böcekler bitkiler için birer
polen taşıyıcısı gibi görev yaparlar. Allah böceklerle çiçekleri
birbirleriyle tam bir uyum içinde yaratmıştır. Örneğin soldaki resimde
görülen arının bacağında polen taşıması için yaratılmış olan, özel
tüylerden oluşan bir sepet görülmektedir. |
Polenlerini
hayvanlara dağıttıran bitkilerle bu dağıtımda görev alan hayvanların
aralarındaki ilişkiler gözlemcileri hayrete düşürmektedir. Çünkü bu
canlılar karşılıklı bir alış-verişi gerçekleştirmek için, birbirlerini
etkileyecek ve cezbedecek yöntemleri ustaca kullanırlar. Önceleri, genel
bir kanaat olarak bitkilerin hayvanlarla olan ilişkilerde fazla
rollerinin olmadığı zannedilirdi. Oysa araştırmalar bu kanaatin tam
tersi bir sonucu ortaya koydu: Bitkiler hayvanlardaki tavır ve
davranışları doğrudan etkilemektedirler.
Örneğin bitkilerdeki renk sinyalleri kuşlara ve diğer hayvanlara hangi
meyvelerin olgunlaşıp yayılmaya hazır olduğunu haber verir. Çiçeklerin
rengi ile bağlantılı olan nektar miktarları da, dölleyicinin çiçek
üzerinde daha uzun kalmasını sağlayarak döllenme ihtimalini artırır.
Özel çiçek kokuları da doğru dölleyicileri tam gerekli zamanda çeker.
Bitkiler hayvanları etkilemede çok aktif bir rol oynarlar. Kullandıkları
özel stratejilerle polenlerini taşıyacak hayvanları mükemmel bir
şekilde yönlendirirler.10
Bunlardan başka bitkiler amaçlarına ulaşabilmek için kimi zaman da
yanıltıcı yöntemler kullanırlar. Tozlaşmayı sağlayacak olan hayvan
genellikle bitkinin kurmuş olduğu tuzağa düşer ve böylelikle bitki
hedefine ulaşır.
Bitkilerin Kullandıkları Yöntemler: Renk, Şekil ve Koku İletişimi
|
Lantana çiçeği gibi bazı çiçekler, renklerini değiştirerek, böceklere nektar durumları hakkında bilgi verebilirler. |
Polen taşıyıcısı hayvanlar için renkler, çiçeklerin ne kadar uzakta
olduğunu belli etmekle beraber, çiçekte nektar olup olmadığını da haber
verirler. Dölleyici böcekler yakınlara geldiğinde çiçekte koku ve şekil
gibi uyarıcı sinyaller belirir ve böceğe nektar bölgesine kadar yol
gösterir. Çiçeklerdeki renk çeşitliliği dölleyiciyi, nektarın olduğu
merkeze yöneltir ve döllenmeyi sağlar.11
Bitkiler de sahip oldukları bu renklerin rehberliğinden haberdardırlar.
Hatta bu özelliği son derece şuurlu bir şekilde kullanarak hayvanları
aldatırlar. Bazı bitkiler, böcekleri kendilerine çekebilecek nektarları
olmadığı halde nektar taşıyan çiçeklerin renk özelliklerine sahiptirler.
Akdeniz ikliminde bulunan ormanlık bölgelerde bir arada yaşayan Mor Çan
çiçekleri ile bir orkide türü olan Kırmızı Sefalanda bitkisi bu konuya
güzel bir örnek oluşturur. Mor Çan çiçekleri arılar için cezbedici bir
nektar salgılarken, Kırmızı Sefalanda bu işlemi yapacak özelliklere
sahip değildir. Her bakımdan birbirinden farklı olan bu iki bitkinin
döllenmesini sağlayanlar ise yöresel adı "yaprak kesen" olan yaban
arılarıdır. Yaprak kesen arılar, Çan çiçeğinin döllenmesini sağlarken
Kırmızı Sefalandayı da dölleme ihtiyacı duyarlar. Nektarı olmadığı halde
bir bitkiyi dölleyen arılar bilimadamlarının ilgisini çekmiş ve bunun
nedenini araştırmışlardır.12
Bu sorunun yanıtı "spektrofotometre" olarak adlandırılan bir alet ile
yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Buna göre çiçeklerin
saçtığı ışınların dalga boylarını, yaprak kesen arıların seçemediği
anlaşılmıştır. Yani insanlar Mor Çan çiçeği ile Kırmızı Sefalanda'nın
saçtığı ışınların dalga boylarını ayırt edip, çiçekleri ayrı renklerde
görebildikleri halde, yaban arıları bunu fark edemezler. Renk, polen
yayıcılar için önemli bir faktör olduğundan nektar salgılayan Çan
çiçeğine giden arı, onun yanında bulunan ve aynı renkte gördüğü ancak
nektarı olmayan Kırmızı Sefalanda orkidesini de ziyaret ederek
döllenmeyi sağlar. Görüldüğü gibi bu orkide, Çan çiçeği ile olan "gizli
benzerliği" sayesinde neslini devam ettirebilmektedir.
Bazı bitki türleriyse çiçeklerinin rengini değiştirerek polen durumları
hakkında böcekleri adeta haberdar ederler. Bu konuyla ilgili şöyle bir
örnek verebiliriz:
Doğa bilimci Fritz Müller bir mektubunda Brezilya ormanlarında yetişen Lantana adlı bir bitkiden bahsediyordu:
Üç gündür renk değiştiren bir Lantana çiçeği var burada. İlk gün
sarıydı, ikinci gün turuncu ve üçüncü gün mor. Çeşitli kelebekler bu
çiçeği ziyaret etti. Görebildiğim kadarıyla mor çiçeklere hiç
dokunulmadı. Bazı böcekler hortumlarını hem sarı hem de turuncu
çiçeklere soktular, diğerleri birinci gün sarıya. Ben bunun ilginç bir
durum olduğunu düşünüyorum. Eğer çiçekteki nektar ilk günün sonunda
azalırsa çiçek çok daha az fark edilir duruma gelir; eğer rengi
değişmezse kelebekler hortumlarını daha önce döllenmiş olan çiçeklere
sokarak vakit kaybedeceklerdi.13
Müller'in de gözlemlediği gibi çiçeğin renginin değişmesi hem bitkinin
hem de dölleyicinin yararınadır. Çiçeklerinin rengi değişen bitkiler,
çiçekleri genç olduğunda dölleyicilere bol miktarda nektar ikram
ederler. Çiçekler yaşlandıkça yalnızca renklerini değiştirmekle kalmaz,
ayrıca daha az nektar barındırırlar. Böylece dölleyiciler nektarı
olmayan veya az miktarda nektarı olan, bu yüzden de rengi değişen
meyvesiz bitkilere gitmeyerek enerji tasarrufu sağlamış olurlar.
Bitki tarafından bir böceği veya kuşu cezbetmek amacı ile kullanılan
yöntemlerden bir diğeri de çiçeklerin yaydıkları kokulardır. Bizim
sadece hoşumuza giden çiçek kokuları, aslında böcekleri cezbetmek için
salgılanır. Çiçeğin yaydığı koku da etraftaki böcekler için yol
gösterici rehber özelliğine sahiptir. Kokuyu alan böcek, bu kokunun
kaynağında kendisi için lezzetli bir nektarın birikmiş olduğunu fark
eder. Karşılıklı gerçekleşen bu haberleşme ile böcek, duyduğu kokunun
kaynağına doğru yol alır. Böcek çiçeğe ulaştığında nektarı almak için
uğraşacak ve polenler üzerine yapışacaktır. Aynı böcek, uğradığı başka
bir çiçeğe daha önce yapışan polenleri bırakacak ve bu sayede bitkinin
döllenmesi gerçekleşmiş olacaktır. Böceğin, yaptığı bu önemli işten
haberi bile yoktur. O yalnızca kokusunu aldığı nektara ulaşmak
amacındadır.
|
Nilüferler suyun üstünde açan çiçeklerinde bulunan polenlerini
taşıtmak için beyaz renge duyarlı olan kınkanatlıları kullanırlar.
Nilüferlerin döllenmesinde ilginç olan yön bu beyaz rengin döllendikten
hemen sonra pembeye dönüşmesidir. Çiçeğin renginin değişmesi
kınkanatlılar için, çiçeğin başka bir böcek tarafından döllendiği ve
poleninin bittiği anlamına gelmektedir. |
Bitkilerin Yanıltıcı Yöntemleri
Bazı bitkilerin yanıltıcı yöntemler kullandıklarından bahsetmiştik. Bu
bitki türleri böcekleri cezbedecek nektara sahip değildirler. Bu tür
bitkiler böceklere olan benzerliklerden faydalanarak döllenirler. Bir
orkide türü (
mirror orchid) arıları etkileyebilmek için dişi
bir arının şekline ve rengine sahiptir. Hatta bu orkide türü erkek
arıları daha kolay cezbedebilmek için uygun bir kimyasal uyarı yayıp,
etkileyici bir feromon (özel bir salgı) bile üretebilmektedir.
Kıbrıs Arı Orkidesi (
Cyprus bee orchid) de döllenme işleminin
gerçekleşmesi için arı taklidi yapan çiçeklerden başka bir tanesidir. Bu
yöntemi kullanan orkidelerin sayısı oldukça fazladır ve izledikleri
yöntemler de birbirlerinden farklıdır. Kimisi başı yukarı kalkık dişi
bir arının taklidini yaparken, kimisinin de başı aşağı doğru eğiktir.
Örneğin Sarı Arı Orkidesi ikinci yöntemi kullanır. Bunun nedeni
döllenme şekillerindeki farklılıklardır.14
|
Yukarıdaki resimlerde solda Kıbrıs Arı Orkidesi, sağda ise bu
orkideyi dişi arı zannettiği için döllemeye çalışan erkek arı
görülmektedir. Erkek arı, orkideyi döllemek için bir süre uğraşır. Bu
sırada arının başına, orkidenin üreme organındaki polenler yapışır. Arı
daha sonra gideceği aynı şekle sahip orkidelere bu polenleri bulaştırır.
Orkidelerle arılar arasında evrimle hiçbir şekilde açıklanamayacak, her
detayı çok ayrıntılı bir şekilde planlanmış bir uyum vardır. Bu uyum
bize yeryüzündeki tüm varlıklar gibi orkideleri ve arıları da Allah'ın
yarattığını gösterir. |
Dişi arı taklidi yapan bir diğer orkide türü de Korsan Arı
Orkidesi'dir. Bu orkideler dişi arıların dış görünüşlerini o kadar
mükemmel taklit ederler ki sadece erkek arılar bu orkidelerle ilgilenir.
Dişi arılar bu orkidelerle hiç ilgilenmezler. Orkide familyasının bazı
üyeleri ise arılara verecek nektarları olmasa da arıları kendilerine
çekmeyi başarırlar. Yine dişi arı taklidi yapıp çekici bir koku
salgılayarak erkek yaban arısının çiçeğin alt bölümünde yer alan kısmına
konmasını sağlarlar. Çiçeğe konan yaban arısı çiftleşmeye çalışır ve
sonuçta da çiçeğin üzerindeki polenleri vücuduna bulaştırır. Bu
kandırmaca sonucunda da vücuduna yapışan polenleri aynı amaçla konduğu
bir başka orkide çiçeğine taşır.15
Hayvanların dişilik özelliğini taklit eden bir başka bitki de Çekiç
Orkidesidir. Güney Avustralya'da yetişen bu orkidenin üreme mekanizması
hayret uyandıracak kadar ilginçtir. Kalp şeklinde tek bir yaprağa sahip
olan Çekiç Orkideleri tıpatıp yaban arısı dişisine benzerlik
gösterirler. Bu yaban arılarının sadece erkekleri uçarken, dişileri
kanatsız olup zamanlarının büyük bir kısmını toprağın altında
geçirirler. Dişi yaban arıları çiftleşme zamanı geldiği zaman, erkek
arıların onlara kolay ulaşması için toprağın altından çıkarak Çekiç
Orkidesine tırmanırlar. Orkideye çıktıklarında çiftleşmek için bir koku
salgılarlar ve erkek arının gelmesini beklerler.
|
Resimlerde sadece birkaç tane örneği görülen arı taklidi yapan
orkideler, gerçekte sayı olarak çok fazladırlar. İlginç olan bu
çiçeklerin her birinin kendisini başka bir cins arıya benzetmesidir.
Böyle kusursuz bir benzerliğin tesadüfen gerçekleştiğini iddia etmek
elbette ki son derece gülünç olacaktır. Orkideler bu özelliklere sahip
olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. |
Erkek yaban arılarının özelliğiyse orkidelere dişi arılardan iki hafta
önce zaten gelmiş olmalarıdır. Bu son derece ilginç bir durumdur. Çünkü
ortada dişi yaban arıları yoktur ama dişi yaban arılarına tıpatıp
benzeyen ve döllenmeyi bekleyen orkideler vardır. Ve erkek yaban arıları
orkideye geldiklerinde, dişi arıların yaydığı kokunun benzeri ile
karşılaşırlar. Çünkü orkide, dişi arıların kokusuna benzer bir koku
yaymaktadır. Bu kokunun da etkisi ile birlikte erkek arılar orkidenin
yaprağına konarlar. Orkide, yaprağının bir bölümünü hareket ettirerek
arının kendi üreme organına düşmesini sağlar. Arı çiçekten kurtulmaya
çalışırken bu sırada polen yüklü iki kesecik kafasının arkasına ve
sırtına yapışır. Böylece arı başka orkidelere gittiğinde, sırtına
yapışan polenler diğer orkidelerin döllenmesini sağlar.16 Görüldüğü gibi
Çekiç Orkidesi ve arı arasında son derece uyumlu bir ilişki söz
konusudur. Bu uyum bitkilerin üreyebilmesi için son derece önemlidir.
Çünkü başarılı bir polenleşmenin sağlanamaması, yani böcekten gelen
polenlerin aynı türde bitkiye iletilmemesi durumunda döllenme
gerçekleşmeyecektir.
Çekiç Orkidesi ve yaban arıları arasındaki bu uyumun doğada pek çok
örneği vardır. Çiçeklerin yapılarındaki farklılıklar bazen bu uyumlu
ilişkinin sebebi olabilmektedir. Örneğin bazı çiçeklerin içine
girebilmek bazı böcekler için son derece kolaydır, çünkü çiçeğin
polenlerinin bulunduğu kısım açıktır, bu bölümden böcekler ve arılar
kolaylıkla girip polenlere ulaşabilirler. Bazı bitkilerde ise sadece
belirli hayvanların girebileceği büyüklükte bir nektar girişi vardır.
Mesela arılar bazı durumlarda çiçekteki nektara ulaşmak için bu
aralıklardan kendilerini içeri doğru iterler. Oysa arıların kolaylıkla
yaptıkları bu işlemi yapmak başka canlılar için çok zor, hatta
imkansızdır.
Normal çiçeklerden daha uzun çiçek tacı tüplerine sahip olan
bitkilerdeyse ağız yapıları sebebiyle arılar ve bazı böcekler bu
bitkileri dölleyemezler. Sadece gece kelebekleri ve güveler gibi uzun
dilleri olan böcekler, uzun çiçek tacı tüplerine sahip olan bu çiçekleri
dölleyebilirler.17
|
Üstteki resimlerde dişi yaban arısı zannettiği için bir çiçekle
çiftleşmeye çalışan erkek bir yaban arısı görülmektedir. Yanda görülen
Çekiç Orkideleri ise dişi arıların sadece rengini, şeklini ve tüylerle
kaplı alt kısımlarını taklit etmekle kalmazlar, dişi arıların
salgıladıkları kokunun da aynısını taklit edebilirler. |
Bütün örneklerde de görüldüğü gibi bazı çiçeklerin yapılarına tıpatıp
uygun bir vücut yapısına sahip olan böceklerle bu çiçekler arasında son
derece kusursuz bir uyum vardır.
Bir kilit ve anahtar ilişkisi şeklinde olan bu uyumun evrimcilerin
iddia ettikleri gibi tesadüflerle elde edilmesi imkansızdır. Kaldı ki bu
uyumun tesadüflerle meydana gelmesini beklemek yine evrimcilerin
savunduğu doğal seleksiyon mantığıyla çelişir. Çünkü evrimcilerin doğal
seleksiyon iddialarına göre, çevreye adapte olamayan bir canlı ya
kendisinde yeni mekanizmalar oluşturmalı ya da yavaş yavaş yok
olmalıdır. Bu durumda doğal seleksiyon mekanizmasına göre bu bitkiler
özel çiçek yapıları nedeniyle taşıyıcı böcekler tarafından
döllenemeyecekleri için yok olacaklardır veya çiçeklerinin şeklini
değiştirmek zorunda kalacaklardır. Yine aynı şekilde ağız yapıları
sebebiyle sadece bu çiçekleri dölleyebilen böcekler de, ya besin
bulamadıkları için yok olacaklardı ya da besin toplamakta kullandıkları
organlarının yapısını değiştireceklerdi.
Oysa uzun çiçek tacı olan bitkilere ya da diğer bitkilere baktığımızda
herhangi bir adaptasyonun, yani değişikliğin ya da başka bir ek
mekanizmanın oluşmadığını görürüz. Aynı şekilde kelebekler ve güveler
gibi canlılarda herhangi bir adaptasyon görülmemektedir.
Bu çiçekler de, onları dölleyen taşıyıcılar da çok uzun yıllardan bu yana yaşamlarını aynı uyum içerisinde sürdürmektedirler.
Buraya kadar anlatılanlar, birkaç ayrı türdeki bitkinin nesillerini
sürdürebilmeleri için başvurdukları yöntemlerin kısa birer özeti idi.
Herhangi bir biyoloji kitabında tüm detaylarını bulacağınız bitkilerin
tozlaşması işleminin sebepleri hakkında aynı kaynaklar doyurucu bir
açıklama getiremezler. Çünkü yapılan her işlemde, bitkiye mal
edemeyeceğimiz düşünme, akletme, karar verme, hesap etme gibi özellikler
ön plandadır. Oysa bir bitkinin bu fiilleri gerçekleştirecek bir
şuurunun olmadığını hepimiz biliriz. Eğer bitkinin tüm bu işlemleri
kendi iradesiyle yaptığını söylersek bakın nasıl bir senaryo çıkar
karşımıza:
Bitki, aerodinamik yapısının rüzgar ile tozlaşmaya uygun olduğunu
"hesap eder" ve ondan sonra gelen her nesil aynı yöntemi kullanır.
Diğerleri ise rüzgardan yeterince faydalanamayacaklarını "anlar" ve bu
nedenle tozlaşma için böcekleri kullanırlar. Çoğalabilmek için böcekleri
kendilerine çekmeleri gerektiğini "bilir", bunu sağlamak için çeşitli
yöntemler denerler. Öncelikle böceklerin nelerden hoşlandığını tespit
ederler. Bu tespiti yapabilmeleri için böcekleri gözlemlemeleri, çeşitli
araştırmalar yapmaları gerekmektedir. Hangi nektarın ve kokunun hangi
böcek üzerinde etkili olduğunu bulduktan sonra çeşitli kimyasal işlemler
yaparak kokular üretirler ve bunu tam gerektiği zamanı belirleyerek
salgılarlar. Nektarı böcekler için cazip kılan tadın, içindeki
maddelerin miktarını tesbit eder ve bunu da kendileri üretirler. Nektar
ve koku böcekleri kendilerine çekmede yeterli olmuyorsa düşünüp başka
bir yöntem denemeye karar verir ve böyle durumlarda "aldatıcı taklitler"
yaparlar. Dahası kendi türlerinden başka bir bitkiye ulaşacak olan
polenlerin boyutlarını ve gideceği mesafeyi "hesap eder" ve buna göre en
uygun şekilde ve en uygun zamanda polenlerini üretirler. Polenlerin
yerine ulaşmasını engelleyebilecek ihtimalleri "düşünür" ve bunlara
karşı "önlemler alırlar."
|
Bazı çiçekler gece açarlar bu yüzden de gece yaşayan canlılar
tarafından döllenirler. Gece çiçeklerini dölleyen hayvanlardan bir
tanesi de çiçeklerdeki nektar ile beslenen yarasalardır. Yarasalar
tarafından döllenen ve beyaz, yeşilimsi ve mor renklere sahip olan bu
gece çiçekleri öyle güçlü bir kokuya sahiptirler ki, karanlıkta uçan kör
yarasalar bu sayede onları kolaylıkla bulabilirler. Bu çiçekler ayrıca
çok bol miktarda nektar da üretirler. Görüldüğü gibi her iki canlı da
kusursuz bir uyum içindedir. Bu uyumu yaratan, hiç kuşkusuz ki Rahman ve
Rahim olanAllah'tır. 18 (üstte solda)
Avize ağacı bitkisinin üzerinde büyük yapraklardan oluşan bir rozet
şekli, bunun da merkezinde krem renkli çiçekleri taşıyan bir sap
bulunur. Avize ağacının özelliği polenlerinin eğimli bir bölgede
bulunmasıdır. Bu yüzden bitkinin erkek üreme organlarında bulunan çiçek
tozunu ancak eğimli bir ağız yapısına sahip olan bu güve toplayabilir.
Güve çiçek tozlarını birbirine bastırıp top şekline sokar ve bunu başka
bir avize ağacı çiçeğine götürür. Önce çiçeğin dibine iner ve kendi
yumurtalarını bırakır. Sonra tepeciğe çıkar ve çiçek tozu topunu buraya
vurarak polenlerin dökülmesini sağlar. Bir süre sonra yumurtalardan güve
tırtılları çıkar ve bu polenlerle beslenirler. Eğer güveler olmasa
avize ağaçları kendi kendilerini dölleyemezler .19 (üstte sağda) |
Elbette böyle bir senaryonun gerçekleşmesi mümkün değildir, hatta bu
senaryo tamamen mantık kurallarına aykırıdır. Bütün bunlar sıradan bir
bitki tarafından gerçekleştirilemez. Çünkü bir bitki akledemez, zaman
ayarı yapamaz, ebat ve şekil tesbit edemez, rüzgarın hızını ve yönünü
hesaplayamaz, döllenebilmek için ne tip yöntemlere ihtiyacı olduğunu
kendisi belirleyemez, hiç tanımadığı bir hayvanı cezbetmesi gerektiğini
düşünemez, üstelik bunu sağlamak için nasıl yöntemler kullanacağına
karar veremez.
Bu detaylar ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın, hangi yönden
yaklaşılırsa yaklaşılsın, ne gibi mantıklar kurulursa kurulsun
bitkilerle hayvanlar arasındaki bu ilişkide bir olağanüstülük olduğu
sonucu değişmeyecektir.
|
Bazı çiçeklerde nektar çiçeğin derinliklerinde bulunur. Bu da
böceklerin ve kuşların nektar toplamalarını, yani çiçeğin döllenmesini
zorlaştıracak bir dezavantaj gibi görünür. Oysa çiçeler için böyle bir
şey söz konusu bile değildir. Çünkü Allah, nektarı derinlerde bulunan
çiçeklerin özelliklerine tıpatıp uygun yapılara sahip canlılar
yaratarak bu bitkilerin de döllenmesini sağlamıştır. |
Çünkü bu canlılar birbirleri ile uyumlu yaratılmışlardır. Bu kusursuz
uyum bize hem çiçekleri hem de böcekleri yaratan gücün her iki canlıyı
da çok iyi tanıdığını, onların her türlü ihtiyacından haberdar olduğunu
ve onları birbirlerine uygun yarattığını gösterir. Her iki canlı da
kendilerini çok iyi tanıyan, bilen alemlerin Rabbi olan, her şeyden
haberdar olan Allah'ın eseridirler. Onlar Allah'ın büyüklüğünü, Yüce
kudretini, kusursuz sanatını insanlara gösterip tanıtmakla
görevlidirler.
Bitkinin ne kendi varlığından, ne de gerçekleştirdiği bu mucizevi
işlemlerden haberi vardır. Çünkü o, sahip olduğu her özelliği planlayan,
kainattaki her şey gibi kendisini de yaratmış olan ve her an yaratmaya
devam eden Allah'ın kontrolündedir, ki bu gerçeği de Kuran'da Allah
bizlere bildirmektedir:
Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. (Rahman Suresi, 6)
Deniz Altı Bitkilerinde Polenleşme Yöntemi ile Üreme
Polenle üreme yöntemi, bilinenin aksine, sadece kara bitkilerine özgü
bir yöntem değildir. Deniz bitkilerinde de bu yöntemle üreyen türler
vardır. İlk olarak 1787 yılında İtalyan botanikçi Filippo Cavollini,
açık denizde yaşayan ve polenleşme yöntemi ile üreyen "Zostera" isimli
bitkiyi keşfetmiştir.20
Polenleşme yönteminin sadece kara bitkilerine özgü olduğunun
zannedilmesinin nedeni; su ile temas eden kara bitkilerinin
polenlerinin, yarılarak işe yaramaz hale gelmeleriydi.
Suda polenleşme yöntemiyle üreyen bitkiler üzerinde yapılan
incelemeler, bu konunun evrim teorisinin içinden çıkamadığı
problemlerden bir yenisi olduğunu göstermiştir.
O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu
görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar
bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik,
böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik.
(Lokman Suresi, 10)
|
Polenleri suyla taşınan bitkilere 11 farklı familyada 31 cins olarak
Kuzey İsveç'ten, Güney Arjantin'e, deniz seviyesinin 40 m altından, 4800
m yüksekte And Dağlarındaki Titicaca Gölü'ne kadar pek çok farklı yerde
rastlanılır. Ekolojik yönden bakılacak olursa tropik yağmur
ormanlarından, çöllerdeki mevsimlik göllere kadar çok farklı şartlarda
yaşayanları vardır.21
Evrimcilerin bu konudaki problemleri, evrim teorisinin kendi
tezlerinden kaynaklanır. Çünkü teoriye göre polenleşme, bitkilerin
karada yaşamaya başlamasından sonra kullandıkları "gelişmiş" bir üreme
biçimidir. Oysa, bu yöntemi kullanan su bitkilerinin varlığı ortadadır.
Bu nedenle evrimciler bu bitkileri, "yeniden suya dönen çiçekli
bitkiler" olarak adlandırmışlardır. Ne var ki evrimciler bu bitkilerin
ne suya dönüş zamanları, ne suya dönüşlerini gerektiren nedenler, ne de
suya dönüşlerinin şekli ve ara formları hakkında mantıklı ve bilimsel
bir açıklama yapamamışlardır.
Evrimcilerin diğer bir problemi ise suyun bazı özelliklerinden
kaynaklanır. Daha önce de belirttiğimiz gibi su, polenin yayılması için
hiç de etkin bir ortam değildir ve genellikle polen tanelerinin
yarılmasına yol açar. Ayrıca, suyun hareketini tahmin etmek de zordur.
Suda oldukça düzensiz akıntılar olabilir, gel-git olması bitkileri
aniden batırabilir ya da suyun üstünde oldukça uzaklara götürebilir. Tüm
bunlara karşın suda yetişen bitkiler, polenleşme taşıyıcısı olarak suyu
büyük bir başarı ile kullanırlar. Çünkü bu bitkiler suda bu işlemleri
rahatlıkla başaracakları şekilde yaratılmışlardır. İşte bu bitkilerden
birkaç örnek:
Vallisneria
Erkek Vallisneria'nın çiçekleri, bitkinin su içinde kalan bölümünde
oluşur. Bunlar daha sonra dişi özellikli bitkinin çiçeklerine
ulaşabilmesi için, gövdeden ayrılarak serbest kalırlar. Çiçek, serbest
kaldığında kolaylıkla su yüzeyine çıkabilecek bir biçimde yaratılmıştır.
Bu esnada çiçek küresel bir tomurcuk görünümündedir. Taç yaprakları
birbirleri üzerine kapanmıştır ve portakal kabuğu gibi çiçeğin etrafını
sarmışlardır. Bu özel yapılı form, polenlerin taşındığı bölümün, suyun
olumsuz etkisinden korunmasını sağlar. Çiçekler yüzeye çıktığında, daha
önce kapalı olan taç yapraklar birbirlerinden ayrılır ve geriye doğru
kıvrılarak su üzerine yayılırlar. Polenleri taşıyan organlar, taç
yaprakların üzerinde yükselmiş bir biçimde ortaya çıkarlar. Bunlar en
hafif bir esintiyle bile hareket edebilecek yelken görevini üstlenirler.
Bu organlar, bir yandan yelken gibi iş görürken, öte yandan
Vallisneria'nın polenlerini de su yüzeyinden yukarıda tutarlar.
|
Vallisneria bitkisi polenlerini taşıtmak için suyu kullanır.
Bitkinin çiçeklerinin, açacakları zamanı ve yeri bilmeleri ve
polenlerinin suya dayanıklı özel yapıları gibi detaylar bitkinin bu
işlemler için özel olarak yaratıldığını bize gösterir. |
Dişi bitkinin çiçekleri ise, su dibinden gelen uzun bir sapın ucunda ve
su yüzeyinde yer alırlar. Dişi çiçeğin yaprakları da su yüzeyinde hafif
bir çöküntü oluşturacak şekilde açılmışlardır. Bu çöküntü erkek çiçek
kendine yaklaştığında, dişi çiçeğin bir çekim alanı oluşturmasına yarar.
Nitekim erkek çiçek, dişi çiçeğin yanından geçerken bu çekim alanına
girer ve iki çiçek buluşur. Böylece polenler dişi çiçeğin üreme organına
ulaşır ve polenleşme gerçekleştirilmiş olur.
Erkek çiçeğin, suda iken kapalı olup polenleri koruması, yükselerek su
yüzünde açması ve suda rahatlıkla ilerleyebilecek bir form oluşturması,
üzerinde özel olarak düşünülmesi gereken detaylardır. Çiçeğin bu
özelliği deniz taşıtlarında kullanılan ve denize atıldığında otomatik
olarak açılan tahliye botlarına benzer. Bu botlar birçok endüstri
ürünleri tasarımcısının uzun süren ortak çalışmaları sonucu ortaya
çıkmıştır. Botun ilk üretiminde karşılaşılan planlama hataları ve
dolayısıyla botun çalışması sırasında ortaya çıkan aksaklıklar tekrar
tekrar ele alınmış, hatalar düzeltilmiş ve tekrarlı çalışmalar sonunda
işleyen doğru bir sisteme ulaşılmıştır.
Tüm bu çalışmaları Vallisneria'nın durumunu düşünerek göz önüne alalım:
Vallisneria'nın, tahliye botunu tasarlayanlar gibi birden fazla
ihtimali yoktur. Yeryüzündeki ilk Vallisneria'nın tek fırsatı vardır.
Ancak ilk denemede tam anlamıyla başarılı olan bir sistemin kullanılması
sonraki nesillere yaşama imkanı yaratacaktır. Aksaklıkları olan bir
sistem ise dişi çiçeği polenleyemeyecek ve bu bitki hiçbir zaman
çoğalamayacağı için yeryüzünden yok olup gidecekti. Görüldüğü gibi
Vallisneria'nın polenleme stratejisinin aşamalı olarak ortaya çıkması
imkansızdır. Bu bitki suda polenlerini gönderebileceği yapısıyla
birlikte yaratılmıştır.22
Halodule
Etkileyici polenlenme stratejisine sahip bir başka su bitkisi de Fiji
Adalarının kumlu kıyılarında yetişen Halodule'dir. Bu bitkinin polen
taşıyıcıları uzun yüzücü iplikler biçimindedir ve suyun içinden yüzeye
salınırlar. Bu yapı Halodule'ye Valisneria'dan bile çok daha fazla
isabet sağlama imkanı verir. Ayrıca bu ipliklerin yapısında son derece
özel karbonhidrat ve protein tabakaları vardır. Bu özel yapı da
Halodulelerin yapışkanlık özelliği taşımalarını sağlamıştır. İplikler su
yüzeyinde birbirine yapışarak uzun sallar oluştururlar. Bitkiye ait bu
tip milyonlarca arama aracı, gel-git dalgalarını kullanarak dişi
bitkilerin bulunduğu sığ sulara doğru yol alırlar. Bu arama araçlarının
birbiriyle çarpışmasıyla döllenme işlemi kolaylıkla başarılmış olur..23
|
Halodule gel-git dalgalarını kullanarak, uzun ve yapışkan yüzücü
iplikleri sayesinde polenlerini dişi bitkilere göndermede hep başarılı
olur. |
Thalassia
Buraya kadar polenleri su yüzeyinde taşınan bitkilerden bahsettik. Bu
durumda polenlerin hareketi iki boyutludur. Bazı bitkilerde ise üreme
sistemi üç boyutlu olarak işler. Üçüncü boyut su yüzeyinin altıdır.
Su altındaki polenleşme stratejileri, su yüzeyinde
gerçekleştirilenlerden daha zordur. Çünkü üç boyutlu polenleşmede,
polenlerin hareketlerindeki ufak bir değişiklik dahi sonucu daha fazla
etkiler. Bu nedenle bir polenin, su içinde iken dişi organı yakalaması,
yüzeydeyken yakalamasından çok daha zordur.
|
Thalassia bitkisi diğer su bitkilerinden farklı olarak tüm yaşamını
suyun altında geçirir. Buna rağmen o da polenlerini su yoluyla dişi
bitkiye ulaştırır. Thalassia'nın da yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi
yapışkanlı iplikçikleri vardır. Thalassia'nın özel yapısını Allah su
altında yaşaması için özel olarak yaratmıştır. |
Buna karşın, Karaib Adalarından St. Croix'da yetişen "Thalassia"
bitkisi yaşamını her zaman su altında sürdürür. Çünkü Thalassia, bu zor
gözüken döllenme koşullarını kolaylaştıracak bir polenleşme stratejisine
sahip olarak yaratılmıştır. Thalassia, yuvarlak polenlerini uzun
yapışkanlı iplikler içine gömülü durumda su altına salar. Su altında
yüzen ve dalgalar tarafından yönlendirilen bu iplikler, dişi çiçeklerin
üreme organlarına takılarak çoğalmayı sağlar.24
Thalassia ve Halodule'nin polenlerini iplikçik paketleri şeklinde
yollamalarıyla arama araçlarının taradığı yol daha da büyütülmüş olur.
Hiç şüphesiz ki bu akıl dolu plan, hem su bitkilerini hem de onların
suda polenleşme stratejilerini yaratan ve her türlü yaratmadan haberdar
olan Allah'ın eseridir.
O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda
da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her
canlıdan türetip yayıverdi.Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her
güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu
halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır,
zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 10-11)